Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik, Uttenreuth'tan... - Hoşgeldin Tassy! #10

Evimin bahçesinden yazılan bir yazıyla merhabalar :)
Hişt… Orada mısın? Huuu? Hacııı? Muhtaaaar? Huuooop? Hah hoş geldin ya. Nerelerdeydin? Seçim telaşı mı? Sen de mi aday adayı oldun? Hımm. Olma zaten ya siyaset paso yalan dolu. Haklısın doğru. Hah diğerleri de geldi. Hoşgeldiniz okurlarım naber nasılsınız? Biz de laflıyorduk şizofren şizofren. Başlayalım mı? Tamam hadi bi çay koy da gel. Ben de bi kahve yapiiim. (10 dakika sonra okumaya devam et okurum :D) Hadi başlayalım! Almancasıyla, LOS GEHT’S! (Yazının başlığına bakıp köpek mi aldın deme, oku bi hele)

Önce geçen hafta yarım kalan, sahneyi yarıda kesip seni heyecana soktuğum şu bisiklet alma olayıyla başlayalım. Hacım neler oldu öyle ya. Anasını satiyim bi bisiklet alacağız, yaşamadığımız dert kalmadı. Şimdi bahsettiğim Almanla 6’da buluşacağız normalde. Her planı yapmışım, bineceğim otobüsü ve saati belirlemişim ama salak gibi o gün olan toplantıyı -kürsü toplantısı, haftalık rutin- unutmuşum. Adama mesaj attım rica ettim, 18.30 yapalım dedim. Tamam dedi. Toplantıdan erken çıkıp otobüse yetişeyim dedim, otobüsü kıl payı kaçırdım. (Ne depar attım ama var ya). Neyse diğer otobüs gelir 10 dakika sonra dedim, yanlış saate bakmışım. Gör bak nasıl telaşa kapıldım aboooo. Hemen açtım navigasyonu. 18 dakika yürüme mesafesi yazıyordu. 12 dakikam vardı. Koşmaya başladım. (Bi dakka ya. Senin dizin sakat değil mi nasıl koşuyorsun? La bırak anca havasın ya, dizinde sıkıntı yok senin) Ucu ucuna buluşma yerine yetiştim. Ama gör bak nasıl kan ter içindeyim. (Yazar burada dakik olma çabasını vurguluyor) Adam bisikletle bi geldi… Piii bisiklet cidden tırt, onu geçtim adam İngilizce bilmiyor :D Güç bela Almanca derdimizi anlatıp anlaştık fakat bisikleti bir denedim. Bisiklet büyük :D koltuğa oturunca ayağım yere yetişmiyor. 10 yaşında büyük bisikletine binmeye çalışan çocuk moduna girdim. Bisiklet öyle yüksekte ki, havada iki adım atıp öyle inebiliyorum. Adama “hacım kusura bakma alamayacağım, ben bu yükseklikte kontrolü sağlayamam, onun da ötesi güvenli de değil böyle” dedim. (Önemli bilgi, sicherheit kelimesini böyle öğrendim :D) Anlıyorum seni, birkaç dakika beklersen diğer bisikleti getireyim, belki beğenirsin dedi. Tamam dedim 2 dakika bekledim. Bir geldi ki bisiklet.. Piii. Dökülüyor. Yok bunu beğenmedim falan deyip, adamdan ayrılıp yürüye yürüye geri döndüm. Eve vardığımda saat 9’du. Yorgunluktan ölüyordum.

Iyy ayak mı o :S
Daha sonra Facebook satış gruplarından birinde bir bisiklet daha gördüm, beğendim, Max’a danıştım, dikkat et bazıları dolandırıcı olabiliyor dedi. Pekey dedim. Adamla irtibat kurduk, saat yer belirledik, hazırlandım, programımı yaptım. Ama o da ne! Satıcı (ırkçılık olmasın ama kendisi Arap, muhtemelen de aynı dindeniz) mesaj atmış, e o bisiklet yok başkası olur mu falan filan. Max’a sordum, sakın alma bunlar dolandırıcı muhtemelen dedi. (Bu arada ekleyeyim, Paula’dan Bouchee çikolatası sipariş ettim. O da Belçika’da iken bir Arapla problem yaşamış. Bence tesadüf ya. Irkçılık yapmayalım neticede) Yok sağ ol almaktan vazgeçtim diye mesaj atıp tabi ki gitmedim, almadım. Sıfır bi bisiklet alayım dedim, Nürnberg’de bir satış dükkanını inceledim, beğendim birini, paraya kıyarım lan dedim ama sonra yine olmadı. Bisiklet ellerinde yokmuş mu ney. Max’a dedim, “hacım help me… Ben bu gidişle bulamayacağım, malum elimdeki bisiklet de kağnı arabası modunda. Yardım et be abim (Suriyeli mode on)” Kendisi de gitti bir tanıdığından bisiklet buldu. Bisiklet 200€. Tamam dedim. Buluşma günü Max ile birlikte adamın evine gittik (benim evin karşı caddesi). Bisikleti denedim, güzeldi valla. Adam “fiyatı 180 olsun tamam” dedi (Hiç indirim yap hacım demeden hea). Fakat sonra da şunu söyledi: “Bisikletin iç lastiğini değiştireyim öyle vereyim, yarın gel al”. Şaşırdım fakat tabi kabul ettim. Bir gün sonra adamın evine gittim. Naber ne var ne yoktan sonra bir baktık bisikletin arka teker havası inmiş. Hemen iç lastiği ikinci kez değiştirip tekeri onardı. Daha sonra “aaa dur bunun zilini de ayarlayayım” dedi. Yeni zil taktı (Müslüm şokta). En son frenleri kontrol ederken “dur frenleri sıkınca, tekeri sıkıştıran silindirler %52-48 oranında. Onu eşitleyip vereyim dedi (Hadi canım yuh :D). Uğraştı düzeltti, verdi bisikleti. Daha sonra “garajımı görmek ister misin” sorusunu yöneltti (Dur pislik düşünme be :D). Adamın garajına bi indik. Wuhuuu. 100’lerce bisiklet. Anam neler neler, bana bir kısmını anlattı. Kendi bizzat imal ettiği üç el yapımı bisiklet varmış. Biri kendinin, diğeri kızının, diğeri oğlunun adınaymış. Vay be deyip yukarı çıktık. Orada Gurgen reyisin öğrettiği “Freilich” kelimesini kullandım. Efendim bu, “tabii ki” demek ama normalde Almanlar “natürlich” diyor. Fakat Bavyeralılar freilich diyormuş. Ben freilich deyince adam bi sevindi bi sevindi :D Karısını çağırdı, “hanım gör bak freilich dedi, bu Almancayı sökecek” dedi. (Ben bu freilich ekmeğini ne yedim ya. “Bavyeralı qızlar eqlesin :D”) “Ne zaman bisiklette sıkıntı olsa, hiç çekinme gel” öğüdünden sonra ayrıldık evime geldim. Bisikleti kullandım ve şunu diyeyim. Bu zamana dek hep ben bisikleti taşımışım. Şimdi bisiklet beni taşıyor :D Bisikletime isim de koydum. “Tasserad!” Tasse - Fincan, Rad ise taşıt demek. “Fincan taşıtı” gibi garip bir kelime ama komiklikli :)

Fakat olayın özünde, dürüst satış yapmanın ve insanlara karşı dosdoğru olmanın önemini özümsememiş fakat kitabında bu kural açık bir şekilde yazılı olan dinin mensuplarının; sürekli kötüledikleri, bir kısmının öldürmeyi bile! mübah gördükleri fakat aslen yaşayışlarında olması gerekeni benimsemiş kimselere dürüstlükte fersah fersah uzak olmaları sosyolojik araştırma konusu olacak cinsten. (Karışık bir cümle oldu di mi? Hah şunu diyorum: Avrupa “Kuran’da belirtilen” olması gerekenleri yaşarken, Müslümanlar tam tersi.) Ben bu yabancı ile alışveriş yaparken rahat olma hissini 5 sene önce Erasmus’ta geldiğimde telefon hattı alırken de yaşamıştım, gezi yazılarını okuyanlar bilir. O mentalitem halen devam ediyor. Neyse dur daha anlatacaklarım var :D Şimdi efendim dürüstlük falan vesair dedik ama çakallıklar da yok değil burada. Şöyle ki efendim, WINSIM isminde bir GSM şirketi ile oturduk anlaştık. Harbi harbi çok çok çok çok ucuz bir firma. 2GB interneti var, 2GB dolduktan sonra normalde internet hızının azaltılarak ay sonuna dek sınırsız olarak kullanmam gerekiyordu. Fakat anlaşa anlaşa Almanya’nın avea’sı ile mi anlaşmışım nedir, şöyle bir olay oldu geçen ay. 2GB dolduktan sonra (tamam öncesinde %80i dolmuştur uyarısı geldi, ben sınırsız ama yavaş internetim var, zaten ay sonuna 2 gün kaldı diyerek rahattım) (Fakat şu var, ben de harbi harbi iyi kullandım interneti. Türkiyede olsa 1 haftada bitecek 2GB, burada 1 ay kadar dayandı. Demek “sayaçlar” farklı...) bir öğrendim ki... Her 100mb’de 2€ alıyorlarmış. 3 tane uzatma paketinden sonra sınırsızmışmışmış. İsmail abinin deyişiyle “yaban çakalı”. Yani bana 2GB 10€’ya satmamış. 2.3GB, 16€’ya satmış. İlk üç uzatma da zorunlu :D Almanca küfürler öğrendim bu sayede en azından ona seviniyorum.

Olum bu ne hep dağ taş gezmişin ya
Başımdan bir yüzme sıkandalı (evet sıkandal) geçti ki, tam rezalet hikayeleri modunda :/ Efendim üniversitenin havuz imkanları var öğrencilerine ve harbi harbi çok ucuz. Zar zor kaydoldum. Salı günleri 19-20 saatleri arası. Kayıt günü atladım otobüse gittim havuzun bulunduğu Rothelheimbad’a. 18.30 gibi oradayım. İçeri girdikten sonra kartların okutulduğu bankoya gittim, orada danışmada duran teyzeye telefonumdaki kodu gösterdim. Bugün gerek yok, tatil olduğu için herkese ücretsiz dedi (1 Mayıs) (Gözümde canlanan manzara, ücretsiz diye tıklım tıklım bir havuz) İngilizce az biliyor, Almanca – İngilizce kombine bir biçimde konuştuk. Prosedür nasıl dedim, anlattı (Sanki resmi evrak işi hea, girecen, yüzecen, çıkacan. Peh) Elimdeki kartla bankodan içeri girdim fakat erken gelmem sorun olur mu, 1 saat mi hakkım var yine sorularını yöneltmek için tekrardan danışma bölümüne geçmek istedim (aramızda 5 metre var ha) ama çıkış kapısını bulamadım. Tek tek kapı deniyorum ağzını kıriyim. Neyse teyze gösterdi de geçtim teyzenin yanına, sorularımı sordum. Tekrar kartı okutarak girmeye çalıştım ama ı ıh. Otomat çalışmıyor. Neden abi demeye kalmadı, kadına tekrar sordum, kadın anlamadı. Başka bir görevli de geldi. O da anlamadı. (Olum çok mu kötü Almancam ya) Velhasıl o esnada havuzdan çıkıp evlerine gitmekte olan iki kızdan rica ettik, İngilizce Almanca tercümanlık yaptılar. Görevli yeni kart verdi de içeri girdim. Ama bende rezalet biter mi? Asla. İçeri girdikten sonra kabinde kıyafetlerimi çıkarttım, mayomu falan giydim, gözlüğümü çıkarttım ve rezalet orada başladı. Çünkü malum gözlük derecem yüksek olduğu için bi bok görmüyorum çıkartınca. O görmeyen halde elimde havlu ve havuz gözlüğü(?) ile görevli aradım (neden aradın hacım, git yüz yav) (İşin garibi, görevlinin nerede olduğunu birine sordum. Ona da cümlenin başında İngilizce biliyor musunuz bir soru soracaktım dedim. Fakat saçma bir biçimde sorunun tamamını Almanca sordum :D) Görevliyi bulduktan sonra öğrendim ki hakkım 50 dakikaymış. Fakat tabi süre tutan yok, süresi dolan kendiliğinden çıkıyor. Görevliden varsa havuz makarnası istedim. (Havuz makarnasının İngilizcesi ne? Ben de öğrendim, “swimming noodle” imiş.) Verdim, yüzdüm, paso diz güçlendirmesi çalıştım. Kısacası süperdi. Akabinde mutlu ve yorgun evime döndüm.

Bu yüzme deneyiminden iki gün sonra aynı adreste bu kez fitness salonu ile randevu vardı. Yine çok ucuz yine üniversitenin ama farklı bir yerde. 200 metre falan daha uzakta havuzun bulunduğu binaya. (acaba diyorum gittiğim havuz mu yanlıştı yav)  Önüme gelene fitness salonunun yerini Almanca ve İngilizce sora sora buldum. Bisikletlerin bulunduğu odaya geçtim. Orada bir hoca vardı ve 8-9 tane de kişiyi o esnada çalıştırıyordu Almanca komutlarla. Ara verdiğinde gittim, İngilizce derdimi izah ettim. Dizimi güçlendirmek istiyorum dedim. Adam tane tane anlattı bisiklet sürecini, bugün yapmam gerekeni falan ve ben de o 8-9 kişilik bisiklet korosuna katıldım. Hoca komut vermeyi İngilizceye çevirdi ve her ara sonunda gelip benimle bizzat ilgilendi (I am flattered hocam yapma etme). Fakat günün sonunda gtümden terler aka aka, evin yolunu tuttum. Dizim hala ağrıyor :D Bisiklet grubunun ayağa kalkarak sürüş yaptığı dakikalarda benim oturduğum da doğrudur. (La sen değil misin depar atan bisiklet almak için, sonra diyorsun dizim ağrıdı falan. Anca şov hea) Şunu de eklemeden edemeyeceğim. Almanca İngilizce karma konuşmayı artık Almancaya çevirmem lazım. Bunun yanında fark ettim ki, ben Türkçeyi unutuyorum hacım :( Basit kelimeler bile aklıma gelmemeye başladı. Ciddi ciddi alzaymır problemleri çekebileceğimi düşünür oldum. Help mi! (Bozulan çamaşır makinesinde eşyalarımın kalıp, kapağın açılmayıp elbiselerin heder olacağı düşüncesindeyken Teo’dan aldığım yardım sayesinde alabildiğim elbiselerimin hikayesini yazmayacağım. Neden? Canım istemiyor :D)

Tasserad!

Veeee son olarak efsanelerin efsanesi, doğal güzellik abidesi, gözlerimi kamaştıran, vay anasını dedirten, mutluluk hormonları salgılatan, su şırıltıları ile gürül gürül akarken ılgıt ılgıt esen rüzgarı efil efil hissettiren yere geldik. Nam-ı diğer Indianerschlucht. Fotoğraflarını ekliyorum aşağıya ama şunu demeliyim. Şansa bala bulduğum bu yer inanılmaz güzel hacım. Kafamı dinlemek, rahatlamak istediğimde buraya gelme hissiyatı oluşuyor. Evime 5 dakika mesafede acayip sessiz. Arada hayati tehlike “Lebensgefahr” tabelalarını görünce yolumu değiştirsem de iyi ki doğal güzellikler var dedirtiyor insana. Uzuuuuunca bir tefekkür imkanı sağlıyor insana. Yazıların yetersiz kalacağı yerler ve manzaralar. Max için abartılacak bir yer değil, benim için ise şaheser. Resimlerle baş başa bırakıyorum okurum. "anlatmaya gerek yok görüyorsunuz" Görüşmek üzere!





Yorumlar