Col(d)burg'da Yaşananlar, Soğuklar ve Bir Tutam Obertrubach - "Servus" #8

Coburg Veste

Servuuuus! Wie geht es dir mein Leser? Gut? Toll! Ich bin auch gut. Ja Genau, sie können uns nicht verstehen. Aber wir können sprechen. Was? Genau… Sowieso. Sollen wir beginnen? Bist du bereit? Ich bin bereit. Los geht’s!

Merhabalaaaar canım okurum naber nasıl gidiyor? Yukarıyı hiç okumadan bu satırlara geçtin de mi? Yoksa baktın okudun da bir türlü anlamadın mı? Bir şey değil ya, klasik basit “merhaba merhaba” muhabbetleri. Valla küfür değil dur yav gitme hemen. Niye mi yazdım? Valla hava atma değil. Sen de amma alıngansın ha bugün. Haaaa demek o yüzden.. Niye geçen hafta yazı göndermedim diye mi tüm bu sinir. Yakışmadı okurum. Bizim de işimiz var gücümüz var. Vakit bulamadım ne yapayım. Anca bugün kendime geliyorum yazabilmek için. Başlayalım mı? Öyleyse Almanların deyişiyle, “Los geht’s!”


Şöyle ki, geçen iki haftada ciddi ciddi bir sürü olay oldu. Anı yaşandı ama şimdi inan çoğunu hatırlamıyorum. Sadece fotoğrafını çektiğim, telefonun not defterine kaydettiğim anılar mevcut. Sanırım gittikçe hafızamı kaybetmeye, alzaymırdan muzdarip bir varlık olmaya başladım. (Şu anki beynimin durumu: “Ben buraya niye çıktım? Ama gördünüz yürüdüm çıktım.. Görünen köy uzakta değildir!!1!!bir!”) Dolayısıyla yaşadıklarımın hepsini anlatamıyor olabilirim ama ilk aklıma geldiğinde ekleme yapacağım söz. Bugüne bugün her gezi yazımız 110 farklı kişi tarafından okunuyor kolay mı? İnsanlık için küçük, blog için normal bir adım. Neyse efendim sözü fazla uzatmadan başlayalım. Geçen hafta canım oda arkadaşım, Amerikan futbolu oyuncusu, yakışıklı sarışın ve karizmatik hukuk insanı Christian bana Bavyera bölgesine özgü “merhaba, iyi günler, iyi geceler, görüşürüz, Allahaısmarladık (alasmarladık), selamünaleyküm” anlamlarını taşıyan kelimesini öğretti. Servus :D Abi öyle sihirli bir altı harfli kelime ki bu, (sahi üç harfli deyince “üç harfliler” kendilerinden bahsettiklerimizi anlıyorlar mı ya? Neyse durduk yere şeyolmayalım) duyan herkes acayip mutlu oluyor. Markete gidiyorum, kasiyere servus deyince yüzündeki tebessüm görmeye değer. Fakülteye geliyorum servus diyorum millet baya baya seviniyor. Fakülteye sunum yapıyorum, sunumun başında servus ile başladım. Komple tüm salondan “servus” sesi yükseldi. (Bizde bir ortama girince topluluğa söylenen “selamaleyküm” nidası sonrası gelen uğultu gibi) Otobüse biniyorum, otobüs şöförü ayrı bir gülümsüyor. Vay arkadaş ne kadar sihirli bir kelimeymiş bu. Dolayısıyla sağım solum önüm arkam servus :D Önüme gelene servus diyorum. (Roma zamanında servus köle demekmiş. Bir kıza “sana köle olurum” demek isterseniz, servus deyin bence anlar :D)

Hissedilen Aragorn, gerçekte olan Uruk-Hai :(
Geçen hafta sonu da kalktık günübirlik 90 km kuzeydeki Coburg şehrine gittik uluslararası öğrenciler olarak. Gelenlerin hemen hepsi doktora öğrencisi. Welcome Office organize ediyor geziyi ve hani harbi harbi çok ucuz. 10€ karşılığında gidiş geliş hızlı tren, şehir içi ulaşım, gezi rehberi, kaleye giriş ve gezme falan. Muhteşem ötesi bir gezi oldu. Sabah kalktım erkenden buluşma yeri olan tren istasyonuna gittim. İstasyonun dışında şu geçen yazılarda bahsettiğim, Understanding Germans seminerine katılan Çinli çift vardı (isimlerini hala anlamış değilim) (komşum olan değil ha. Allah’ın asosyali ne gezecek öyle! :D) heh onları gördüm. Naber sen de mi bekliyorsun konuşmalarından sonra yine o seminerde rastladığım Şilili (Paula) arkadaş da geldi ve binanın içine girip diğer yolcularla da tanıştık. Kayıt vs sonrası solumda duran Polonyalı (Agniezska) arkadaş ile tanıştık. Fakat sorun şu ki, ben o Polonyalı arkadaşı, seminerde tanıştığım Rus komşum ile karıştırdım. Ortaya ilk başta saçma bir muhabbet çıktı, rezil oldum. Sonra yav çok pardon seni karıştırdım diyerek muhabbeti başlattık. (Bir Şilili, bir Polonyalı, bir Türk) Tren gelene dek az biraz sohbet ettikten sonra (tamamı İngilizce gerçekleşmektedir) trende Agniezska ile yan yana oturduk, Paula yer bulamadı çapraza geçti. Uyudu. Yolculuk boyu harika yol manzarası eşliğinde Agniezska ile sohbet ettik. Her telden çaldık. (Yazarınız Müslüm’den Can Kurtaran Tüyolar: Bir yerden sonra muhabbet tıkanıyor ya… Tüyo vereyim, Türkiye’ye geldin mi diye sorun, daha sonra diğer tıkanıklıkta “ben de senin ülkeyi acayip merak ediyorum yav” deyin. Yürüyor gidiyor muhabbet oh. Ama o tıkanıklığı açmaya çalışan hep sizseniz bilin ki, o kişi konuşmak istemiyor :D Allahtan Agniezska benden daha fazla müdahaleciydi konuşmaya. Güzel muhabbet oluyor öyle olunca)

Coburg’a vardıktan sonra rehberimiz eşliğinde AMA BUZZZZ GİBİ BİR HAVA İLE (kar yoktu ama bir gün önce yağan karın etkisiyle…….. -7 nedir arkadaş ya. EKSİ YEDİ.) gezimize başladık. Coburg gayet tarihi, sessiz, sakin ve soğuk :D Geziden unutamayacağım tek ayrıntı soğukluğu olacak eminim. (G.tüm dondu diyordum ya. Bu sefer taş kesildi soğuktan. Kaç gündür dudaklarım perişan oldu.) 250 yıllık bir eczaneye gittik ilk başta (hof apotheke). Eczanede zamanında likör üretiliyormuş, halen de bir kısmında o üretim varmış (bu nasıl eczane lan) herkese ikram ettiler. Alkol kullanmadığımı iletince diğerleri yerime aldılar. Fakat şöyle bir olay oldu. Tepside bir tane bardak kalmış. Rehber de onu itelemeye çalışıyor. Beni görünce, “please help me” dedi. Ben de tepsiyi tutar mısın anlamında dedi sandım :D “O kalan bir taneyi de sen içer misin” anlamında demiş. Saçma bir çeviri probleminin ardından teşekkür ettim. Hemen şu Çinli çiftin kocası atladı içti. (Yavaaaaaaş yavaş! İnsan içecek onu :D [hangi filmdeydi bu sahne ya]) Akabinde 200 küsur yıllık kitapçıya girdik. Orada da bir süre şehir hakkında bilgiler verildikten sonra (tabi ben bir yerden sonra koptum. Beyin noluyor hacı moduna girdi) Coburger Schmätzschen (Coburg Öpücükcüğü) satılan (kurabiye ya) dükkana girdik. Acayip meşhurmuş ve her okullar açıldığında bu kurabiyeden birer paket (400 gr) Coburg’lu ilk okul öğrencilerine dağıtıyormuş. Bir paket alıp dükkandan ayrıldım. (Grupta alan 3 kişi vardı. Ben, Paula ve Agniezska :D) Gezi esnasında Coburg’a özel Bärlauch denen sarımsaklı ekmek parçaları ikram ettiler. Bir tanesini zar zor yedim. 

Apfelstrudel ve Sulu Kahve. Suyu çok kahvesi yok.
Sonra Coburg’un en büyük kilisesine gittik. Orada birkaç bilgi almak için oturduk ki….. Papaz gelip eğitim saati olduğunu, çocukların geleceğini söyleyip çıkmamızı istedi. Akabinde grupta öğle arası verildi. Herkes istediği gibi yesin içsin, şu saatte şurada buluşup kaleye çıkacağız dendi. Ben Paula ve Agniezska (Bir isim bulalım dur ya… Yazması zor oluyor.. MAP? MAP iyi iyi) gidip bir şeyler yiyelim dedik. Ben fazla aç olmadığım için hafif bir şeyler ararken A ile P gidip sosisli gömdüler :D Sonra gidip bi kafede kahve içtik Apfelstrudel yedik. (Elmalı turta) Kahve ve turtayı beklerken masada bir bardağa çekilmemiş kahve koymuşlar. Yeniliyor sandım :( (olum Çinli’ye aç diyordum, ben daha beterim lan. Fincan genleri devreye girdi) Kütür kütür katır kutur yedim 10 tane falan. Sonra A-P uyardı ki, bu süs için. Yeme, sağlıklı olmayabilir dediler. Üstüne mum koyuluyor dediler. Salak mısın dediler. Çık git yanımızdan dediler. Rezilliğin dibi. (inşallah ölmem) Kahveden sonra kafede rastladığımız gruptan 4 kişi ile daha buluşma yerine gitme kararı aldık. ABOOO saate baktık ki… Yetişemeyeceğiz. Bildiğin kaç yüz metre deparladık 7 kişi. (Google’da baktım. 900 metreymiş ya. Kafenin adı da Café Pfannküchle. Gitmeyin. Apfelstrudel iyi de, kahve çok çok kötüydü) Zar zor otobüse yetişip kaleye giden otobüse bindik…

COBURG KALESİ, TERS AÇI
Coburg kalesi gezinin en en en güzel yeriydi. HARİKA ÖTESİ bir manzara, g.t donduran soğuk, süper bilgiler, muhteşem bir rota ile kaleye hayran kaldım. Buraya yazın gelinmeli gelinecekse. Kaleye otobüsle çıkıp yürüyerek inmeli (Biz de öyle yaptık ama buz gibi havada yaptık işte) Kalede Protestanlığın kurucusu Martin Luther yıllarca saklanmış, Protestanlığın temelleri de burada atılmış gibi bir şey. Süper müzeler, savaş aletleri, işkence aletleri, heykeller, resimler, piyanolar falan var. Muhakkak gezilesi. Kalenin gezisi bittikten sonra yürüyerek şehir merkezine indik. Serbest vakit verdiler. Gidip şansa bala 1891 yılında kurulan bir kafeye oturduk. Zar zor yer bulduk. Kahvemizi içip tren istasyonuna yürüdük. Oradan da ver elini Erlangen… :) (Kesin unuttuğum bir sürü anı var ya…) (Yazarınız Müslüm’den İlgi Çekebilecek Bilgiler: Efendim cellatlar cellatlar ile evlenebiliyormuş zamanında Coburg ve çevresinde. Cellatlara çabuk ve acısız öldürsün diye ölecek kişinin ailesi para veriyormuş [lan nasıl paradoks bu ya] Keza Alman hukuk terminolojisinde ötanazi kavramı kullanılmıyormuş Nazi döneminden kaynaklanan bağlantısı nedeniyle. Mercy Killing deyiniz efendim gerekirse.) (Geziyor tozuyor diyorsunuz da, geziden sonra gidip kaç saat ünide çalıştım sunum için. Anlatacağım onu da dur…) (Agniezska doktora bitirmiş. 30 küsur yaşında evli barklı bir hanım abla imiş. Ama dışarıdan bakan 20-25 sanıyor de mi..  Biz de öyle sanıyorduk. :D Paula ise bizim dönemden, doktoraya yeni başlamış o da. Tam bir Güney Amerikalı)
Nam-ı diğer M.A.P

Eli nereye denk geliyor öyle ya. Huooop arkadaşım nabin sen :D 

Gezi sonrası sabah okula giderken durakta 15-20 tane ana okullu çocuk bekliyordu öğretmenleriyle. 10 dakika falan otobüs bekleme sürecinde çocuklar yoldan geçen arabalara hep birlikte heeeeey diyerek el sallıyor, kendilerine da karşılık olarak sürücüler tarafından el sallanınca “oleeeeey” deyip seviniyor, el sallanmayınca homurdanıyorlardı. Sürücü olduğunuzu düşünsenize, sabah sabah bedavaya müthiş enerji veren bir olay. (Yirim sizi yirim oyyyy tepkisi veren teyze modu off) Sonra gidip Türk berber buldum bir şekilde, illegal ama ucuza tıraş sonrası Afyonlu amcanın evine gidip kahvesini içtim, selamı var :D Keza bir de Türk dönercisi keşfettim. İşte aradığım lezzet bu dedim :) Keza bizim fakültede öğrenci olan Laura’nın babaannesi hasta ne zamandır ya. Kalbinde büyüme mi ne varmış. Dua plis sayın okurlarım. 92 yaşında ama dua da edin hani neticede.
Kale ve bizim grup


Ve can alıcı bölüm. Fakültece gittiğimiz Obertrubach gezisi. Nedir bu ismi zor okunan yer derseniz. 30 km yakınımızda Fränkische Schweiz denilen Bavyera eyaletinin bir bölgesinde ormanın arasında, muhteşem ötesi manzaraya sahip bir köy. Obertrubach’ta benim Profesörün kürsüsü olarak 15 kişi birlikte 2 gün kaldık. (Öğlen yemeğinde vejetaryen menüsünde olan Spätzle yemeğinin tadı bir başka ya… Yemeli yedirmeli) Benim de sunumum vardı. Hayatımın ilk İngilizce sunumuydu. Acayip ötesi heyecanlıydım ama deli gibi de çalışmıştım. Hoca da harbi harbi heyecanımı azaltan bir konuşma ile sunum açılışını yapınca yardırdım gittim sunumda. Harika ötesi ve beklediğimden kat kat daha güzel bir şekilde sunumu yaptım. 20-25 dakika ile planladığım sunum 1 saat 15 dakikaya uzadı :D 1 soru hariç gelen her soruya tam ve net yanıtlar verdim. Sunumun konusu ise… Neyse boşverin :D (Bu gezinin asıl amacı kürsünün 1 yıllık planının kürsü mensubu hoca, asistanlar ve asistan-öğrenciler tarafından yapılması. HARİKA).

Sunum sonrası hep birlikte bir şeyler içme kararına ben de uydum (Aaaaferin oğlum. Biz seni okumaya gönderelim sen içkiye de başla. Aah ah biz seni böyle mi yetiştirdik. Yetişin a komşulaaaaar), hep birlikte kaldığımız otelin mutfağına indik. Ben elmalı sodam ile birlikte gece bilmem kaça kadar sohbete katıldım. Sunum sonrası çok daha benimsendim. Kürsü ile çok çok çok daha samimi oldum efendim. (Sunum esnasında “3-4 ay zarfında hiç işim yoktu, bolca film izliyordum falan” cümlesini kullanmak istedim. Orada İngilizce olarak “I was completely free. I watched movies and series and I’ve made also something” dedim. Birkaç saniyelik garip sessizliğin ardından kahkahalar yükseldi. Saçma bir çeviri hatasından sonra zor toparladım :D Ah Gurgen ah. Hep senin yüzünden lan) Sunum sonrası o sohbet etme saatlerinde bana Günter, Günty ismini de taktılar. Heh :D (Bence çok iyi oldu çok da güzel oldu tamam mı? Herkesin hayatına kimse karışamaz. Özgürlüğü biziz. Haaa bu isim kurbanolduğum gelebilir ama amma velakin böyle değildir. [Bu saçma diyalogu yazdığım için affet beni okurum. YouTube’da bu videoları biliyorsun diye düşünüyorum. Komiklikler şakalar] ne bileyim yani ne diyeceksin ne diyeceğine diyip dimeyeceğine hiçbişeyine deye ne div bi kimsi kimse kimseyi dinleğ ne bişey anlatabilirsin ne dinleyenleğ olur)

Son bilgi, Obertrubach günleri esnasında odam da değişti :/ Chris ile ayrılacağımın üzüntüsü içerisindeyim. Yeni oda arkadaşım Laura oldu. Ama biz Chris ile iyiydik lan… Gezinin son günü kahvaltıda da kahvaltı salonuna en son ben girdim. Tabağımı peynirimi ekmeğimi falan aldım. Sağa sola bakıyorum. I ıh çatal yok. Lan masaya bakıyorum çatal yok. Almancasını da biliyorum. die Gabel demek. Masanın başında sordum, gabıl nerde diyorum. Masanın ilerisini gösterdiler. Bilmiyorum ki Gaaabıl değil Gabel diye söyleniyormuş. Masanın ortasına gittim çatal yok. Saçma bir bekleyişin ardından durumu izah edince hiç birimiz çatal kullanmıyoruz dedi. “totally different” “ohaaa yoğ artık” esprisi yapıp (gülündü ama lan. Ben olsam gülmezdim :D) masanın başına geçiyordum ki çatal aramalık… Laura gidip çatal getirmiş. Kral ya. Allah razı olsun deyip kahvaltımı yaptım efendi efendi.

Oha baya baya yazmışım şimdi fark ettim. Yorucu olduysa kusura bakma okurum ya. Eğlenmedik mi? De mi? Bence de zevkliydi yazı. Bu arada harbi harbi hala kar yağıyor burada ya. Ben üşüyen bir insanım. 45 derece Antep’ten Urfa’dan geldim. Doğal seleksiyon sonucu ölürüm bu gidişle soğuktan. Hadi görüşürüz hadi. Ya da ne diyoruz? SERVUS!

SERVUS!


Yorumlar