Almanca Dominasyonu - Kahve Rezaleti ve Nicesi #6
Üşüyoruz! Gene kar başladı buralarda |
Selamlar saygılar güzel ve süper bir hafta
dileğiyle yeniden merhabalar okurum. Nasılsın? Her hafta her hafta başını mı
şişiriyorum? Abartıyorsun bence :D Eğlenmiyor muyuz? Bence de zevkli yazılar
evet. Efendim geçen hafta böyle çok heyecanlı maceralı falan değildi. Ama güzel
güzel bilgilere eriştim. Bisikletimi aldım, Kargo ve müşteri hizmetleri
serüvenleri yaşadım. Hepsini anlatacağım dur hele. Hadi başlayalım.
Benim için en önemli gelişme şuydu, beynimde
baskın dil Almanca haline geldi. Nasıl mı? Şöyle ki, muhtemelen duyduğum tüm
seslerin ve gördüğüm tüm görüntülerin hemen hemen hepsinin Almanca olması
nedeniyle konuşma esnasında aklıma o kelimenin İngilizcesi değil Almancası
gelmeye başladı. Örneğin; geçen ABD’de yaşayan kardaşım Yunus’la (evet ABD’de yaşayan nüfuzlu arkadaşlarım
var. Kendisi cerrah) görüşürken onun Şilili arkadaşıyla da muhabbet edeyim
dedik. Fakat konuşma esnasında “yes” değil “ja”, ya da “genau”, “oder”, “nicht”,
“bitte” gibi Almanca kelimeleri kullandım istemsizce ve çoğu kelimenin
İngilizce karşılıklarının Almanca’dan sonra gelmeye başladığını fark ettim.
Biraz garip bir durum evet ama çoğu Alman arkadaşımın yorumuna göre, bu gayet
iyi ve çok hızlı gelişen bir süreç olmuş. Bu kadar kısa sürede adaptasyona
sevinmişler. (Adaptasyon demişken,
Welcome Center tarafından düzenlenen Coburg şehrindeki bir geziye katılmayı
düşünüyorum. Evet anca geziyorum :( Ama nabim adaptasyon diyorum adaptasyon)
Fakat öyle bir rezillik yaşadım ki tamamen komedi.
Eski gezi yazılarımda köpek tarafından kovalanma, suya düşme falan hadiselerini
aratmayacak cinsten. (Naptın lan?
Yoksa???? Yooo dostum yoo.) Şöyle ki, mesai saatlerinin sonları, odaklanma
sorunları başladığı dakikalarda Christian’a Almanca “kahve yapacağım ister
misin?” dedim. Süper olur dedi. Gittim kahve makinesinin başına. Yapmaya
başladım ama biliyorum ki bi halt oluyor, bu kahve güzel durmuyor ama hayırlısı.
Neyse kahveyi suyu vs makineye koydum çalıştırdım ve odaya döndüm demlenmesini
beklerken. 5-10 dakika sonra bi gittim ki… Kahve değil, sulu kahverengi içecek
olmuş. Tam sıcak da değil. Gittim Christian’a, hacım kahve biraz demsiz olmuş.
Kaç kaşık koymamı önerirsin dedim. 1 fincana 1 bardak dedi. (Ben de diyorum niye böyle. Ben cimrilik yapıp 1 fincan için yarım kaşık
koydum. Ama sorun o değilmiş işte) İkinci demlenme bekleyişinden sonra
Christian ben alırım, zaten mutfak tarafına gideceğim dedi. Gitti, 30 saniye
sonra falan “MÜSLÜÜÜÜM” sesi geldi koridordan :( (Aha sı.tık) Mutfağa gittim ama nasıl korkuyorum bi bok yaptım diye
:D Christian dedi bu nasıl kahve, sen çok yanlış yapmışsın. Ben ki, salaklık
edip makinenin üst tarafına değil alt tarafına filtreyi koymadan kahveyi
yerleştirmişim. Yani kahve sistemiyle uzaktaaaaan yakından alakası yok. Dur
yapma etme Chris, bu aramızda küçük bir sır olarak kalsın. Üzme beni, sana
çikolata falan getiririm dediysem de dalga geçti işte. (Hak ettim ama…) Ama sonuç olarak kahve yapmasını öğrendim. Artık
bu salaklık da Chris ile aramızda kalır diye ümit ediyorum :( (Not: Aynı gün o makine
bozuldu……… Lan?) (Almanya'da dizel araçların yasaklandığı haberine de inanmayın. Mahkemenin o kararı çok farklı anlamda)
Bisiklet sahibi oldum keza okurum. Nasıl aldın
noldu falan sorma, orası başka yazının konusu da. İlk gün 6, ikinci gün 5 km
sürdükten sonra fark ettim ki… Ben ciddi ciddi yaşlanmışım be. Valla öldüm
yorgunluktan. Yataktan kalkamadım kaç saat. Ama bisiklet otoparkına park edip,
bisiklet sokağından gitmek çok ama çok havalı be. Bisiklet maceralarına diğer
yazılarında devam edeceğiz. :D Başka anlatmak istediğim var aslında. Kargo!
Şimdi efendim çamaşır sepetleri baktım pahalı markette, gidip amazondan
isteyeyim dedim. Ve ciddi ciddi de orada ucuzdu hani. Neyse sipariş ettim, bir
gün sonra kargoya verildi ve mail geldi. Cuma günü saat 11.43 ile 12.43 arası
kargonuz evinizde. Dedim oha! (Aynı Yörtiçi
Kargo kalitesi…) Altta da seçenekler var: Başka bir gün getirin, başka
saatte getirin, şu komşuma bırakın, ben yoksam şu şubenize bırakın falan. Dedim
oha. Hemen günü Cumartesi olarak değiştirdim. Cumartesi kargomu beklemeye
koyuldum. Cumartesi sabahı 8 gibi mail geldi, 11.23-11.43 arası kargo evinizde
diye. 11.24’te kapı çaldı, kargomu sorunsuz aldım. (Türkiye’de malum kargo firmalarının yaptıklarını anlatsam roman olur.
Paketi açıp çalmalar, eve uğramadan uğradık demeler falanlar filanlar) Bu
da böyle bir anımdır. (Ek ve gereksiz
bilgi, kaldığım şehrin 10 km güney batısında Adidas’ın merkezi varmış. Ucuz
ayakkabı uyarısı :D)
Cuma öğlen 2-2.30 gibi Nick odama geldi. Uzuuuun
bir sohbet ettik. 2-3 saat kadar. Ama hemen hemen her konudan yani. Dinler,
inanışlar, liderler, ülkeler, suçlar, cezalar, fakülte içi dedikodular :D,
futbol, Almanların araba sevdaları, sigorta sözleşmeleri ve aklıma gelmeyen bir
ton konu işte. Orada dinler hakkında hakikaten uyuştuğumuzu gördüm. Yakın bakış
açıları var. (Eti Crax Acılı verdim bi
tane, çok acı dedi. Olum biz onu acı değil diye beğenmiyoruz Türkiye’de… :D)
(Fakültede asistanların sadece 3’ü üniversiteden maaş alıyormuş. Diğerleri
projelerden elde ettiği gelirle geçiniyormuş. Oha dedim.)(Nick’i Beşiktaşlı
yapmaya karar verdik kuzenim Saitle. Ona Beşiktaş forması alacağız. 13 numara, Large beden, Dümmler, beyaz forma –Yardım eden olursa
sevinirik valla-) Sonra aynı gün gecenin 12.30’u ve bir türlü uyuyamıyorum!
Neden? Çünkü gecenin o saatinde (1.30’a
kadar) yan dairelerin birinden Türkçe şarkı söyleyen 3-4 kızın sesi
geliyor. Ama öyle böyle değil hani. Konser bildiğin konser. (Hacım eyvallah eğlenin ona zaten bir şey
demiyorum da, GECE 1 ULA 1. Bana ne Barış Manço şarkılarından, yollarda bulurum
seni, Nemrudun kızından falan) (Hayır ben milleti rahatsız etmemek için ne
kadar sessiz sessiz yapıyorum işlerimi falan. Yasak diye 22’den sonra banyo
yapmayıp kulaklıkla film izliyorum. Bu yaptıklarını ben yapsam kesin anında polis
dayanır kapıma) Bu da böyle bir sinirlenme ve uyuyamama anısıdır. (Haaa diyeceksin niye çalmadın kapılarını.
Aman ne bilim ya)
Kim ile gittik çiğ köfte yedik, bildiğin ekstra
acılı falan istedi hani. Tadını çok beğenmiş ve sık sık yerim ben bundan dedi.
Ama çiğ köfte yanında çay içti o ayrı :D O yemek esnasında öğrendiğim bilgiler,
Kuzey Kore liderinin isminin kız ismi olduğu, Güney Kore müthiş baskıcı ve her
şeye karışan aile yapısı (benzer mi geldi?)
ve Kore üniversite gençliğinin 80’li yıllarda üniversitede yaptıkları
isyanlar. (Oha çok benzer) 3 gündür de
internetsiz yaşıyorum. Bu yazımı da üni internetinden yazıyorum hatta. Ev tamamen
Texas’a döndü. Hayata bağlayan tek şey filmler falan evde. Vodafone İnternet
hizmetlerini arıyorum ve tam 47 dakika hatta bekliyorum ama yok. Telefonu açan
yok müşteri hizmetlerinde. Sabah tekrar aradım, biraz bekledikten sonra
açtılar. Almanca derdimi anlattım ama lütfen İngilizce konuşabilir miyiz dedim.
Hayır dedi. Bir şeyler anlattı, doğum tarihimi ve müşteri numaramı falan sordu.
Söyledim. Hemen ilgileniyorum 1 dakika bekleyin lütfen dedi ve tam 28 dakika
müzik dinledim. Sonra küfredip kapadım. Bakalım onu nasıl halledeceğiz. (Ölürsem üzerime WI-FI atın!) (Vodafone-Kabel
pişmanlıktır!)
HADİ
GÖRÜŞÜRÜZ!
Yorumlar
Yorum Gönder