Yemekli Gezmeli Partili Bölüm - Neler Oluyor Bize? Bana? Bun Cha Ca! #4

Fakültenin bulunduğu sokak. Schillerstraße.
Canım okuruuuuum. Nabeeeer? Halin keyfin nasıl? Oralar da karlı mı burası gibi. Değil de mi… Büyük nimet ya. Sıcak havanın güneşin keyfini çıkar valla. Neyse efendim hızlıca başlayalım bence.

Hemen söyleyeyim bazı günler oluyor, İngilizce konuşma ve anlama konusunda hiç sıkıntı yaşamıyorum ve tam modumda hissediyorum kendimi. Takılmadan çat çat konuşuyorum. Bazı günler oluyor ve büyük bir hayret içinde aynı performansı Almanca için gösteriyorum ve harbi harbi bildiğim kelimelerle çok rahat cümle kurabiliyorum. Bu ikisi genelde aynı gün veya yakın günlerde cereyan ediyor. Ama bir de bunun tam tersi var ki (örneğin ben bu yazıyı yazarken), ne Almanca, ne İngilizce ne de Türkçe bakımından bir halt edemiyorum. Beynim duruyor resmen. Beynimin nöronları tatile gidiyor, sadece ağırlık olsun diye kafatasının içinde bir cisim kalıyor. Napacağım bilemiyorum. Akıl ver okurum napayım? Mesela İngilizce mi Almanca mı Türkçe mi odaklanayım? Rüyalarımı hangi dilde göreyim? 3’e bölünemiyorum maalesef. I need a medic here! (Battlefield oyununa gönderme var)


Parça parça anlatmaya devam. Bir sabah gittim WelcomeOffice’a resmi bir prosedür için (15 dakikada biter dedim, 1 saat sürdü o ayrı…) Görüşme saatim 10’da, ben 9.43’te ofisin önündeydim. Erken girmeyeyim, dakik olayım kaidemi bozmamak için WelcomeOffice yanındaki Schloßgarten’a gideyim dedim (Hani şu kocaman park vardı ya, bahsetmiştim hani… Hatırlamadın mı? Hani rektörlük binasının karşıs…… Tamam devam) Park buz gibi, her yer karlı. Ben de müzik dinleyerek bir tur atıyorum. Bir baktım bir Alman annesi (Türk anası & Alman anası konulu blog yazısını muhakkak okuyun: http://blogcuanne.com/2015/04/08/turk-anasi-alman-anasi/) 3-4 yaşındaki ikizlerini gezdirmeye çıkartmış. Kalın falan giydirmiş ama bizim Türk annesinin o karda o soğukta o çocukları alıp gezmesi… İmkansız. Mümkünatı yok hani. Niye anlattım? Bilmiyorum :D (Bu arada toplu taşımalarda ve diğer toplu alanlarda dikkat ediyorum. Hiçbir Alman çocuğunda (Irkçı değilim, sadece betimleme) elinde cep telefonu tablet falan yok. Bizim çocuklar 3 yaşından itibaren tabletle büyüyor anasını satiyim)

Aynı gün bana burs veren kurum mail attı. Dedim hayırdır. Mailde diyor ki, 400 küsur Euro olan kira ödemeniz geri iade edilecektir. (içimden de diyorum ki, acaba bunlar kirayı yerime ödeyip o parayı bana mı verecekler. OHA) (Allah’ım, konuyu biliyorsun amin). Hemen mail attım, neden geri ödüyorsunuz falan diye. Yanıt şu; kira ödemenizi bize değil, ev sahibinize yapacaksınız. Bildiğin yerin dibine girdim o an işte :D Çok büyük bir salaklıkla telefondaki bankacılık uygulamasında kopyala yapıştır yaparken burs veren kurumun IBAN adresini kopyalamışım. Kadına bin bir özür ve teşekkürle durumu izah ettim. Ev sahibine de derhal mail atarak parayı gönderdim. (Hala iade etmedi burs veren kurum parayı. Aç aç geziyorum sokakta. Ulan yoksa? Neyse) Bu da böyle bir salaklığımdır. (Samimiyiz ondan şeyettim)

Birkaç gün sonra fakültedeki asistanlardan Jana (hani şu sıcak kanlı, samimi karşılayan. Onu da mı hatırlamadın? Ohooooo) beni doğum gününe davet etti. (Bir gün önce de benim doğum günümdü. Kendim aldığım pastayla ailemi-arkadaşları arayarak kutladım nabim. Millete “Yarın benim doğum günüm hacı heaaa. Hadi kutlayın” mı diyeydim? Görgüsüz müyüz o kadar?) Direkt kabul ettim :D Çünkü yapacak bir işim yoktu o gün ve acilen böyle çevre edinmeli, sosyal adaptasyon sağlamalı bir moda geçmem lazım farkındayım. Doğum gününde pasta yoktu, bolca alkol yiyecek müzik ve sohbet ile 3-4 saat geçirdik. Bu esnada 45 dakika boyunca paso Almanca hızlı konuşmaları süzgecimden geçirerek anlamaya çalışma esnasında sessiz sessiz izleme dışında hiç sıkılmadım. Ama o 45 dakika felaketti. (Fakat ben umutluyum ya. Kim geldiğinin ikinci haftası özel doğum günü partisine davet edilmiş? Hıı?) Parti esnasında bir yarım saat falan Jana’nın sevgilisi ile sohbet ettim. Kendisi anladığım kadarıyla sosyoloji okuyor ve aynı zamanda bir şirkette welcome office personeli gibi bişi. Adını da unuttum o başka :D Orada Alman hükümetine giydiriyordu paso. Eğitim sistemimiz kötü falan. Neden dedim? Şunu söyledi. “Burada evet sosyoloji iş olanağı çok fazla olan bir fakülte değil kabul ama fakülte birincisi iş bulmak için 6 ay, fakülte sonuncusu ise 1.5 yıl bekliyor. Nasıl böyle bir şey olabilir” dedi. Gayet de ciddiydi. O an içimden geçen Türkiye’nin durumu geldi. Ses etmedim. Haklısın gardaş dedim :D

Taiwan görünümlü Vietnam restoranı
Partinin olduğu eve girdim, (ula ayakkabılarını çıkardılar mesela. Ben hiç öyle hayal etmemiştim :D) herkes misafirperver ve dost canlısı bir biçimde selamladı falan. Akabinde Jana elinde bir bira ile geldi, sen bir şey içmiyorsun getireyim dedim dedi. Alkol kullanmıyorum deyince pardon dedi gitti. 2 dakika sonra Jana’nın sevgilisi geldi, o da “hacım senin içecek nerede ya, al bak ben daha içmedim benim birayı al” dedi. Yok kullanmıyorum dedim gitti. Sonra aynı teklif birkaç kez daha tekrarlandı sahneyi görmeyen diğer konuklarca :D (İçmiyorum arkadaş zorla mı?) En son Laura geldi, a elinde bir içecek yok sana bir bardak vereyim dedi. Direkt yok ben alkol kullanmıyorum dedim. Kendisi, yok ben alkol değil ice-tea verecektim dedi. Kendisi de içmiyormuş. (oha). Bir bardak ice-tea ile muhabbetimizi ettik işte. (Kıza hobilerin falan neler dedim, çok ders çalıştım inan hiç hobim yok dedi. Neyse :D) [Jana doğum gününe yakın çevresini davet etmiş. Duygulandım lan :(. Ben yakın çevre miyim şimdi? Closefriend miyim? Ühüü]. Partiye Christian ile birlikte gittik. Yolda şöyle bir muhabbet geçti:
M: Soyadının anlamı ne? (Rückert)
C: Yok… Peki senin?
M: Die Tasse. Fincan demek
C: Vayy. İlginç. Peki ismin?
M: Müslüman demek. Cristiano Ronaldo’daki gibi. Ya da senin adın işte ya :D
C: Hakkaten lan, benim adım da Christian. Oha

Birkaç gün sonra ise WelcomeOffice’de Understanding Germans konulu bir seminer vardı. International öğrencileri davet ediyorlardı. Koreli arkadaşla (Kim. Kim? Kim. Kim? Tamam yeter tamam yapma aynı espriyi yaaa) birlikte gidelim dedik. Seminerden önce de gidelim bir şeyler yiyelim dedik. Bir Vietnam restoranı önerdi (Yemek bitene dek ben Taiwan sanıyordum o ayrı :D). Gittik. Yemek menüsü Almanca ve Vietnamca. Bi halt anladığım yok. Kim ısrarla dana etli bir menüyü öneriyordu. Yok ben illa şu balıklı menüyü istiyorum dedim. (NEDEN MÜSLÜM NEDEN?) Neyse geldi. İsmi Bun Cha Ca. Haşlanmış balık, nudeln (makarna) bol sebze. Yanında limon getirdi. 3 tane damla görebildim tabağa düşen… İçtim çorbasından tadı fena değil. Gideri var ama yemesi dert işte. Çubuklarla nasıl yiyeceğim? Yiyemedim. Rezil oldum. Kim gülüyor, muhtemelen tükan sahibi kadın gülüyor, muhtemelen diğer müşteriler de… (Ağlayarak çıktım.) Yok lan çıkmadım. Çatal istedim çatalla yedim. Ama büyük rezillikti o çubuğu yeme çabaları. Tıpkı zamanında Sanko Park’ta buz pateni yaparken (yapamazken) yaşadığım rezillik anı geldi. Ühühühühü. (Kim’den öğrendiğim kadarıyla Güney Kore’deki şoförler de bizimkilerle aynıymış. Korna, kaos, kavga, gürültü. Şaşırdım. Ayrıca Samsung 100€’ya telefon veriyormuş Kore vatandaşlarına. Halkın %80’i Samsung kullanıyormuş.) (Bu arada her ot bok kelimeyi tanıyan bilgisayarım yazarken (MacBook) Samsung kelimesini tanımadı :D Ulan var ya)

Seminerde Rus bir öğrenci Rus salatası yapmış. Seminerden sonra yiyelim dendi. Seminer süper geçti. Hakikaten çok faydalı bilgiler öğrendim (15 kişi falan vardı bir U masada zaten. Kalabalık değildi katılım). Rus salatasına geldi vakit. İstedim. Çiğ balıklı rus salatası mı olurmuş lan :( Büyük pişmanlık içerisindeyim büyük. Hayatımda yediğim en kötü 2. Yemek (1. Sırayı Antep’te KARŞIYAKADA MEMİK USTA işgal ediyor. Mümkün değil ki birisi geçsin onu. İleride anlatırım belki). Neyse son olarak bir şey ekleyip yazıyı bitirelim. Sen de yoruldun ben de… (Lan eskide blogumda müzik çalıyordu ne güzel ya. Çalışmıyor artık o program. Ondan sessiz blog) Ben buraya geldiğim 16 günlük periyotta 3 kere gerildim sinirlendim sadece. Bizim gibi gergin bir millet için muhteşem bir sayı aslında ama sıfır olabilirdi bu. Bu 3 gerginliğin 3’ü de bizim Türklerle yaşanan saçma ve dünyanın en gereksiz muhabbetleri. Bir daha mümkün mertebe bizim Türklerle irtibat kurmama kararı aldım. Kendi halimde, Alman partilerinde Korelilerle yemeklerde rahatım ben ya. Valla. (Birisi şu bekleten kadın. Hani ilk yazıda ha. Hatırladın mı? Hah o.)

MEMİK USTAYI UMUTLANDIRAN O YEMEK

HADİ BİTİRDİK YAZIYI HADİ :D Koş git watsap mesajlarına bak durma! Oha kapadı sayfayı. Heeey. Görüşürük demek yok mu? Yok mu? Peki :D

Görüşmek üzere! 


BABAM FİYATLARI GÖRMESİN.

Bun Cha Ca! Yanında da çubuklar :(


Yorumlar