Her Başlangıç Zordur, Çalışmak Ustalaştırır! + Frankfurt #5

Büyük bir MERHABA canım okurum nabeeeer? (Yandaki I’m pickle Morty sahnesi gibi) Nasıl gidiyor? Hımm… Dur öyleyse yazıdan sonra uzun uzun konuşalım. Hadi önce yazı. Başlayalım.


Birazcık trafikle başlayalım burada. Birkaç küçük gözlemimi ileteyim. Şöyle ki, burada uzun kırmızı ışık kuyrukları oluyor amaaaaa sebebi var. Herkes takip mesafesinde ve genelde her aracın arasında 5 metre falan var. Hani Türkiye’de olsa kavga çıkacak kadar mesafe o derece. Tabi söylemesem de tahmin etmişsinizdir, muhteşem bir saygı var. Biri yolun sağına mı park edecek? Herkes bekliyor sakin sakin o kişinin park etmesini. Korna yok, baskı yok. Kafa rahat tabi insanlarda. (Bence uzun ömürlü olmanın – yada NİTELİKLİ yaşamanın en büyük sebeplerinden biri bu burada. “Huzur”) Buraya geldim geleli duyduğum korna sayısı bir elin parmağını geçmez. Bununla birlikte öğrendiğim bir diğer bilginin ise ehliyet almanın zor, ehliyeti vermenin kolay olduğu. Nasıl mı? Ehliyet alırken sınavda ve alım süreçlerinde inanılmaz titiz olan Almanlar, aynı titizliği ehliyeti verdikten sonra da trafikte gösteriyor. En basit yaya geçidinde yayaya yol vermemen (hani Türkiye’de süs olsun diye konan yaya geçidi) ehliyetini kaptırmana sebep olabilir. Tabi bu titizlik ve kurallara gösterilen saygı ve disiplin, trafiğin de bir o kadar disiplinli ve sakin olmasını sağlıyor. Harika ya.
HAYATI YAŞAMA HIZIM KONULU GİF. Frankfurt'ta çektim

Fakültede bak ne oldu, düzen nasıl onu da anlatayım düzen demişken. Fakültede asistanların – benim :D ve öğrenci asistanların (akran danışman) sekreteryadaki post-it’leri fosforlu kalemleri, zarfları, fotokopi makinesini, kahve fincanlarını, çantaları, klasörleri vs hepsini ama hepsini kullanması tamamen serbest. Hocanın sekreteri kendi malı gibi sorguya çekmiyor bir tahta kalemi isteyince mesela (Fakülte sekreterinin bünyede açmış olduğu travmatik sonuçlar ve bu sonuçların hayat döngüsünde yaşanan olaylarda sürekli akla gelerek zihinde bir baskı oluşturmak suretiyle kişinin yaşam kalitesini azaltmasının önlenmesi hakkında Kanun Hükmünde Kararname istiyorum. ACİL) Keza dekan odasının anahtarı var fakültedeki her bireyde. İsteyen istediği an girebiliyor gönül rahatlığıyla. (Bak bi de noldu onu da söyleyeyim, bir gün odamda oturur makale okurken (gene aynı, onda farklı bişi yok) Laura geldi, kütüphaneye gideceğim istediğin veya teslim etmen gereken bir kitap varsa ben hallederim dedi. Ha bu çok övülecek anlatılacak bir şey mi? Değil tabi ama burada vurgulamak istediğim şey “benimsendiğim”. Fakülteden bir birey gibi görülüyorum ciddi ciddi. Allah’ım çok mutluyum ya :D)

"SANKİ BİNANIN MALİKİ" DURUŞU
Bunun yanında fakültede benim Profesör, tüm asistanlar, öğrenci asistanlar haftalık Pazartesileri toplantı yapıp haftalık ve aylık takvimi çıkartıyorlar. Bu toplantının üyelerinden biri de ben oldum. (Benimseniyorum demiştim hacım) Tabi tüm konuşmalar Almanca. 6 yaşında çocuğun ebeveynleri konuşurken konuşulanları çözmeye çalışması gibi yüzlerine bakıp anlayabildiğim ölçüde anlamaya çalışıyorum ancak tabi o seviyede Almancam olmadığı için Michaela hoca (İsmini umarım yanlış yazmamışımdır) yanıma oturdu ve tüm toplantıyı bana tercüme etti İngilizce’ye. Allahım her yerim dopamin doldu ve mutluluktan ölüyorum :( Allahtan o gün yabancı dil modum açıktı da rahat rahat iletişim kurabildim. Bazı yerlerde Michaela hocanın anlattıklarını anlamadan “Heee demek öyle” gibi tepkiler verdim Allah affetsin. Veeee sürpriz o ki, doğum günümü kutladılar ve pasta getirmişler :( (Hayır ağlamıyorum, gözüme soğan çuvalı fırlattılar) (Basta yidiğ bastaaaa)

Cybercrime (Siber suçlar) günü vardı fakültede. Benim profesörün organize ettiği 100 civarı konuğun ve 1 savcı, 1 polis, 1 gazeteci, 1 akademisyenin konuşma yaptığı harika içerikli bir organizasyondu. (Polisin savcının Türkiye’de bilimsel bir kongrede konuşmacı olması. Peh) Konferans tabi Almancaydı ve yine PPT sunumları takip ederek, %20 Almanca anlayarak ve çeviri yardımı alarak dinledim. (İsmimi Müslüm FİNÇAN yazmasalardı iyiydi ama neyse) Aynı gün eve döndüğümde biraz hasta oldum. Konferans ile alakalı devam eden etkinliklere diğer günler mental olarak katılamadım. Aynı mental yorgunluk (metal yorgunluğu değil, mental okurum. Yani zihinsel) Cumartesi günü evde tabağı elimden düşürüp kırmama da neden oldu. Hemen yurt müdürlüğüne mail attım böyle böyle tabak kırdım, ne kadar ödemem gerekiyor diye. Yanıt şuydu, “Bir tabak problem değil. Bir şey ödemenize gerek yok :D” (Yav bak böyle de canımı ye, gene mutluluk) Diğer tabaklardan birini daha alıp kırdım. Parasıyla değil mi kardeşim? :D Şaka lan dur ciddiye alma hemen.


Geçen yazıda bahsettiğim Almanları anlama konulu seminerde bir grafik vardı. (Bu cümleleri ikinci kez yazıyorum çünkü ilki silinmiş. Nereye gitmiş bilmiyorum :/) O grafikte ilk günlerde çok mutlu olan ve müthiş bir heyecanla kültürü gözlemleyen birey (ben) daha sonra gittikçe mutsuzlaşıyor ve kültür şoku seviyesinde dibi görüyordu. Daha sonra da çevreyi kopyalayarak adaptasyon sağlanıyor ve ilk geldiği gün seviyesine ulaşıyordu o birey. Ben de şu an onu yaşıyorum ve olabildiğince hızlı adapte olmaya ve benimsemeye çalışıyorum okurum. Bir de Almancaya ağırlık vermeye başladım. Bildiğin ciddi ciddi kasıyorum hani. Makale okumalarını azaltıp Almancada kullanıyorum bu süreyi. Kalan azıcık sürede de geziyorum (Oh gez gez deme dur bi. İçkimiz yok kumarımız yok napalım yani? Gezmeyek mi?) Bir kültüre uyum sağlamak için en temel etken kesinlikle ama kesinlikle o dili öğrenmek. Bunu bir kenara yazmak gerekiyor. (Alman kültürleri hindistan cevizi gibi bir kültür dendi o seminerde. Dışarıdan girmesi zor ama girdikten sonra kolay. Bazı kültürler de Şeftali gibiymiş. Girmesi kolay ama benimsemesi zor. Bu da bilgidir hani)

Son olarak Frankfurt gezimi de anlatarak yazıyı tamamlayalım. Dedim ki Erasmus zamanında bol bol dolaştığım sevdiğim gezdiğim caaaanım şehrim Frankfurt’a gideyim hele. Pazar günü Avukat Ali abinin yanına tarihi belirleyip otobüs biletini alıp (Flixbus) (Tren pahalı yav. Tam öğrenci işi bu otobüs) Frankfurt’a gecenin bilmem kaçında yola çıktım. (5.30) Otobüsüm 6.30’da idi ama evden (köy la köy) Busbahnhof’a tek otobüs oydu Pazar gününün o saatinde. (Ula köyden Pazar sabah 5.30’da otobüs olması da cidden iyi ha şaka maka). Ama hava öyle böyle soğuk değil hani. G.tüm dondu derler ya. Valla dondu. Hissetmiyordum bir şey o bölgede. Otobüs Garına gittiğimde bi baktım bir otobüs var (ama saat 05.55 falan) dedim aha erken gelmiş benim otobüs. Şöför telefondan karekodu tarattı ama reddetti. Bir daha taradı. Yine red. Dedik Allah Allah neden? Sonra fark ettik ki bu otobüs Frankfurt’a değil Münih’e gidiyormuş. O otobüse veda edip benim otobüsü beklemeye başladım. (Yine aynı soğuk). Otobüs geldi bindim Frankfurt’a vardım sabahın 09.30’unda.

Ali abi karşıladı beni, birlikte güzel bir kahvaltıdan sonra ofise uğradık, oradan Frankfurt Goethe Üniversitesi’nin kampüsünü gezmeye gittik. (Şunu da fark ettim. Hauptwache, Konstablerwache, Zeil, Battonstraße, Main nehri falan Frankfurt’u özlemişim yav). Üniversite binası Nazi Döneminde insanları öldüren kimyasal maddeyi yapan firmanın merkeziymiş zamanında. İbret alınacak bir bina adeta. Daha sonra orası 1990’lı yıllara kadar ABD idaresinde kalmış ve üs olarak kullanılmış. (Bu da ayrı bir ibret) Akabinde de ABD çekilince üniversiteye bağışlanmış ve şu an insanları öldüren değil, YAŞATAN bir merkez haline gelmiş. Keza dikkat ettim üniversitede üç büyük dinin birlikte ibadet edebileceği Haus der Stille adında bir bina yapılmış (Sessizlik evi). Harika! Daha sonra Almanya’da “uzman” ceza avukatı statüsünde olan (Fachanwalt für Strafrecht) Ali abinin müthiş misafirperverliği (Gastfreundschaft) (Kolay değilmiş o statüyü almak hea) ile bir de Tai mutfağından yemek yedik. Yemek ciddi ciddi çok güzeldi. Özlemişim Frankfurt’u tekrar söyleyeyim. Güzel şehir ama tabi gezmelik de değil. (Bir Prag değil) (“6 yaşında çocuğun ebeveynleri konuşurken konuşulanları çözmeye çalışması” derken Ali abinin oğlunun yaptığının aynısını yapıyorum işte :D) Öyle işte. Sonra gecenin 12-1’inde eve vardım. Klasik beden yorgunluğu ama mental dinçlik.

Kilo nedir? Nasıl alınır?
Yazımızı Almanca bir atasözü ile bitirelim hadi. Tam da benlik bir söz hani. Evet hazır mısın? Zaten okudun de mi aşağıyı :D Tamam tamam hadi görüşürüz. TSCHÜSSSSS

Aller Anfang ist schwer, Übung macht den Meister!
Her başlangıç zordur, çalışmak ustalaştırır!

SERİ KALP ATIYORUZ BU FOTOYA

Yorumlar