Anlatsam İnanmazsınız, İnanmazsanız Anlatmam! - Günler Geçiyor... #3

Lan Yeter amma çok yazı yazıyorsun!
Naber okurum, ne var ne yok. Hep ben anlatıyorum biraz da sen anlat… Şaka şaka :D Beni dinlemek için ziyaret ediyorsun blogu zaten. Bir nevi “komiklikler şakalar haha” durumu. Evet daha fazla saçmalamadan başlayalım.

Yazılarımı artık belirli bir güne indiremeyeceğim çünkü o kadar vakit bulamıyorum. Gün içinde evet çokça ilginç olay yaşıyorum ancak bunları o esnada not edebilecek bir zaman, not etmesem de gecesinde hepsini hatırlayabileceğim bir hafızam maalesef yok (Alzaymır). Fakat elimden geldiğinde kronolojik olarak anlatmaya gayret göstereceğim.


Burada havalar soğuk hacım. Neticesi donuyor insanın otobüs durağında beklerken. Otobüse de sinir oldum 1 veya 2 dakika geç geliyor bazen. Akıl alır gibi değil. (Yazar burada kinaye yaptı) (Kinaye neydi, kinaye emekti) Neyse efendim şöyle ki, bir gün odada çalışırken fakülte sekreteri Neeb hanım geldi. Elinde bir termos kahve. Dedi ki, eh işte çalışırken 3 oda yandaki mutfağa gidip yorulma, çalışmanı bölme. Bu termostan içebilirsin. (Hayır bak bu onun görevi de değil ha, bana o kahveyi getirmezse kimse bir şey diyemez) Ben şok. Bin bir teşekkürden sonra aklıma direkt eski fakülte sekreteri geldi. Söz konusu kimse şöyle bir huya sahipti. Asistanlar odada çalışırken mütamadiyen arar, çok önemli bir şey var diye veya dekan seni çağırıyor diye 2 kat yukarıya çağırır. Asistanlar gidince kıytırık bir kağıdı verir ve bunun fakülte hocalarına imzalatılması gerekiyor veya kargo birimine verilmesi gerekiyor gibi saçma işler yükler; bu işe isyan edilince ya dekana şikayet eder ya mobbing uygulardı. Evet

Daha bitmedi dur dur, bir gün odada oturur İngilizce makale okuyarak beynimi çorba ederken (Olum çok zorlanıyorum uzun İngilizce makalelere odaklanmaya ya) (Türkçesini kasarak odaklanıyorduk bir şekilde ama iş İngilizce olunca hakikaten zorlanmıyor değilim) (Ama zamanla gelişeceğimden şüphem yok. Zaten gelişmeliyim. Neden mi? Tezi İngilizce yazıp Almanca savunacağım. Evet doğru okudun) bir öğrenci girdi odaya (Aslında öğrenci değil, bilen bilir akran danışman işte. Yarı asistan-yarı öğrenci), sabahında tanışmıştık aslında –İsmi Laura- ama çorba beyinle pek uzun bir muhabbet olmamıştı. Fakat öğleden sonra geldi, ben de hafiften sıkılmış ve elimde kahvemle Almanca nasıl öğrenilir konulu yazıları okuyordum internetten. Yarım saat falan sohbet ettik, naptın nettin, neden ceza hukuku (Sayın Fincan, neden hukuk? :D Pardon Finkan diyorlar bana burada), ileride ne olmak istiyorsun, daha önce hiç Almanya’ya-Türkiye’ye geldin mi gibi klişe soruları birbirimize ilettikten sonra beni akşamki mezuniyet törenine davet etti. Kız fakülte birincisiymiş. (Buradan bizim fakülte birincisi Mustafa’ya selam olsun. Çevrem hep birincilerle dolu. Öhöm)
Bahçalarda mor meni, verem ettim sen beni şarkısını söylüyor. Şaka şaka, espri yapıyor hoca :)
Mezuniyet törenini ben ilk başta zihnimde parti olarak çevirsem ve bu olay mesaj attığım birkaç arkadaşımda kutlama sebebine dönüşse de, sonrasında bunun bir “Absolventenfeier des Fachbereichs Reschtswissenschaft” olduğunu anladım. Törene gittik herkes takım elbiseli veya tuvalet giymiş, topuklular falan. Ben de manyak gibi tişörtlü (Herkesin odasında dolabında takım elbisesi varmış ya la) gittim. Ama neyse özgüvenim yüksek, her türlü saçmalığı yapabilme kabiliyetine de sahibim. Tören başladı bi adam çıktı paso espri yapıyor. %75’ini anlamasam da bazı espriler cidden çok iyiydi (Teşekkür ediyor fakülteye katkı verenlere mesela. Orada şeytanın avukatı filmini gösterdi. Robert de Niro ve Keanu Reeves’e de teşekkür etti. Bence komik :D) Ben de adamı mezuniyet için espri yapsınlar diye özel mi getirdiler diyorum içimden. Ama salon cidden yıkılıyor. Konuşma kahkahalarla bitti. Yanımdaki asistana sordum. Prof. Kudlich, fakülte dekanı dedi. Ben şok. Lisans mezunlarına, ilk devlet sınavını geçenlere, yüksek lisansı ve doktorayı bitirenlere ve doktorasının 20. Yılına erişenlere ödülleri verildi ve arada fakülte hocaları keman-piyano vs ile süper bir konser verdi. En son kapanış şarkısı olan Kriminaltango ise HA-Rİ-KAY-DI.
Dekanın konuştuğunu öğrendiğimde ben -Mecnun şaşırma sahnesi-

Tören bitti törenden sonra millet fuaye alanına bisküvi-içecek seremonisi için çıktı, ben de elime elma suyumu (evet :D) aldım fakülte staff peşine takıldım (abi ama çok ama çok kötü bi his bu yancı gibi arkalarından gitmek ya. Acilen bir arkadaş bulmam ve Almancamı geliştirmem şart) onlar Almanca sohbet ediyor ben anlamadan bazı esprilerine gülüyor ve elma suyumla haşir neşir oluyordum. 45 dakika falan geçti, İngilizce dahil olmaya onlar da önce Almanca konuştuktan sonra bana İngilizce çevirmeye başladılar. Fakülte erkek asistanları farkettim ki, Almanya 2. Ligindeki Nürnberg futbol takımı hakkında konuşuyorlarmış. [Bi de buz hokeyi takımı hakkında… Bi de hentbol takımı… Basketbol kimse izlemiyor mu lan :(] (Abi o Dr. Rückert’in beni hakimle falan tanıştırıp kaçması çok kötüydü ya. Adam anladı benim mal yancılığımı :D. Nabim abi bilmiyorum Almanca. E katılmayayım evde kös kös mu oturayım. Hayır aslanım hayır, ben ne yapacağım edeceğim bu Almancayı halledeceğim. Kararlıyım. (Aslanım dediğim adam da yarı profesyonel Amerikan futbolu oyuncusu ha… Tek eliyle yer beni)) Velhasıl gecenin dokuzu oldu, sessiz sedasız kulağımda Almanca şarkılarla evime gidip uykuya daldım… Güzel bi gündü. İnşallah öyledir yani :D


Pazar günü bir haber aldım ki burada bir karnaval-festival varmış. (Türkçe devam edersek, kutlama) E festival olur biz durur muyuz? Hayır :D Ayhan hanım, ilk yabancı arkadaşım Kim (Kim? Who? Wer? Tamam tamam yapmayacağım o espriyi… Güney Koreli kendisi) gittik Faschingsumzug’a. (Yürüyüş Festivali anlamında) Her yerde insanlar büyük bir heyecan içerisinde. Çocuklar kıyafetlerini giymiş (Kaplan kostümlü çocuk favorimdi) ve yolun kenarına dizilmiş bir biçimde festival alayının (alayını derken, Bahçeli gibi alayınız gelin manasında değil ha) geçmesini bekliyor. Ellerinde torbalar falan. İlk başta belediye başkanı aracıyla geçti ve şeker-patlamış mısır-balon-çikolata vs gibi çocukların seveceği şeyleri atmaya başladı festival yolundan geçenler. (Siyasi partiler, şirketler, işletmeler, gönüllüler herkes) (Hepsi aracını -traktör kamyon kamyonet falan- süslemiş ve tamamen renk cümbüşü. Unicorn kıyafeti giymiş polisler, itfaiyeciler, fred çakmaktaş kostümlü görevliler falan süperdi) 

Tabi baya bir şeker topladım ama sadece 5’ini eve getirdim. Geri kalan tamamını yanımdaki kaplan kostümlü çocuğa verdim. (Dankeee schöööön diye teşekkür edişini görmeliydin okurum ya). Tam arkamda da o çocukların babaannesi varmış. Bana teşekkür etti ve Almanca bir şeyler anlattı. Anladığım kadarıyla boyu kısa olduğu için arkadan göremiyormuş. Yanıma gelmek için rica etti. Tabi dedim (Doğru anlamışım :D) Birlikte izledik yürüyüşün geri kalanını.  Ama çok eğlendim ya. 1 saatlik kutlamanın ardından evimin yolunu tuttum. (Tabi böyle bir festivalden haberdar eden ve aracıyla götüren Ayhan hanım’a teşekkür edelim buradan) (O söylemese tüm gün evde yüzüklerin efendisi falan izleyip kitap okuyacaktım. İyi ki gitmişim) Türkiye’de olsa……. Neyse. (Bu arada konvoyda komik espriler falan da yazmışlardı araçların üzerine. Mesela önden Buchenbach’ı temsil eden araç gidiyor şeker atıyor falan. Arkadan gelen araç da Altebrück temsilen giden araç [bu ikisinin ne olduğunu bilmiyorum inanın]. Altebrück pankarta “biz Buchenbach’lı değiliz sevmiyoruz onları :D” gibi bişi yazmış. Güzeldi işte yav anla)

Velhasıl, bu kadar işte. Yazı daha da uzamasın, sıkılma canım okurum :D İlerleyen günlerde yeni şeylerle dolu bir blog yazısını yine gönderirim diye umuyorum. Burada kar kış kıyamet anasını satiyim. Neticemiz donuyor. Hadi görüşürük! 


Wenn ein Jurist kommt, hört Spaß auf! (Çevirisi: Bir yere hukukçu girerse şakalar biter gibi bişi. Evet her yerde aynıyız)

Yorumlar