Almanya'ya Hoş Geldim - Haydi Kalk Ayağa, Yürü Güneşe! #1

Nereye gidiyor tüm bu insanlar gecenin 4-5'inde
Merhaba okurlarım, uzun olması umduğum bir yazı dizisine daha başlıyorum. (Hadi canım inanmam deme) (Hatırlarsan söz vermiştim bir ay kadar önce. Biz sözümüzde dururuz canım okurum ayıpsın) Biraz günlük yazısı, biraz iç dökme, biraz gezmeli, biraz özlemeli yazılarımı okurken zevk alacağından şüphem yok zaten. Ha sıkılarak okuyorsan söyle bilelim. Canım blogumun okur engelleme özelliği var :D (Okurunu tehdit eden blogger) Bazı mutlulukların ve bazı umutların izahı yoktur. Yaşadığım sıkıntıların – hüzünlerin fazlasıyla mutlu eden bir tesellisi olarak 1.5 yıllık tarif edemeyeceğim emeğin ardından bugün (01.02.2018) itibariyle Almanya’nın Erlangen şehrindeki Friedrich Alexander Üniversitesindeki (FAU) (Dünyanın en iyi 129. veya 192. Üniversitesiydi. Rakam yanlış olmasın. Hava atmıyorum :D) doktora eğitimime başlamış ve hayallerim olan Almanya’ya (hayal ettiğimden çok çok daha süper imkanlarla) yerleşmiş bulunmaktayım. Oha nasıl oldu, niye bana söylemedin deme anlatacağım hepsini zamanla :) (Ben 2 yıl sabrettim, sen de 2 hafta falan sabret be okurum)


İlk günümü anlatmakla başlayalım. Zaten gerisi gelecek inşallah zamanla. Şöyle ki, soru işaretleri (napacağım ben orada – gidebilecek miyim yoksa bir problem çıkacak mı? Yalnız başıma ne ederim bilemiyorum ya) ile dolu yaklaşık 2 aylık hazırlıktan sonra 31 Ocak gününü 1 Şubat gününe bağlayan gece, babam-amcam-dayım-teyzem-dedem ve eşlerinden-çocuklarından mütevellit olan bir topluluk tarafından gayet hüzünlü olan bir uğurlamanın ardından, gecenin 3’ünde Birecik’ten çıkıp annem ve babamla (kardeşim neden yok? Çünkü o üvey :D) Gaziantep Havalimanına vardık. (Tamam dur sıkılma, burası giriş bölümü daha) Hüzün dolu vedaları sevmem ama ilk kez ben bile veda ederken zorlandım. 10 yılı aşkın süredir ailemden ayrı yaşamama ve kendimi duygusuz addetmeme rağmen inan çok duygulandım çok. O duygularımı tarif edebilecek kelime dağarcığımın olduğuna inanmıyorum. Ailemin inatla uçağa binene dek havalimanında beklemesi ayrı bir hüzün sebebi oldu. (Gidin arkadaş ya, elin annesi babası evin önünden dolmuşa bindirip hadi git diyor. Yapmayın etmeyin biz de insanız, duygulanıyoruz neticede)


Valla özlemişim - Nürnberg Havalimanı önü -
Gecenin bilmem kaçında hüzün ile bindiğim uçak Atatürk Havalimanı’na indi, hemen apar topar koşuşturmanın ardından. Zar zor kapılara yetiştim. (ABV rötar, ABV yurtdışı çıkış harcı noktasını yanlış gösterip kaç dakikamı yiyen danıştığım görevli). Pasaport kontrolündeki endişeli bekleyişin ardından damgayı pasaportta görüp uçağın kapısına vardık. Ama sağ olsun bu uçak da rötar yaptı. (Uçak sırası beklerken sıraya kaynak yapanlar – kurallara uymayanlar, hostesin defalarca ikaz etmesine rağmen koltuğunu dik konuma getirmeyenler sadece Türklerdi. Sonra diyorlar neden Türklerden uzak durayım diyorsun. Peh). Gecikmeli olarak indiğim Nürnberg Havalimanı’nda pasaport memuru ile yaşadıklarımı anlatmasam olmaz (Aha gene noldu? “İlk gidişimde Türkçe soru sormuştu görevli aboo”). 4 tane kontrol memuru ve gişe var. Ben de sayı az diye 3 numaralı gişenin önünde durdum. Arkadaş sıra ilerlemiyor. Benden sonra 1-2-4 numaralı gişelere gelenler gitti, 1-2 numaralı gişeler boşaldı sıra bana gelmedi. (Memur öyle bir yavaş ki, Zootopia filmindeki Flaş aklıma geldi :D) Sıra bana gelene dek sürekli Cem Yılmaz’ın dediği yan sıradan medet umarak derdini anlatmaya çalışanları gördüm. Sıra bana geldiğinde gittim, have a good day dedim, yanıt şu “do you speak English or German?” Vay arkadaş bu nasıl bir zeka ya. Ula Almanca konuşmak istesem guten tag derim. Neyse efendim, niye geldiniz dedi. Kafamda yanıtım hazır. PhD candidate diyeceğim bitecek. PhD dedim candidate aklıma gelmedi heyecandan :D beynim dondu. Memur da kelimenin devamını bekliyor ama bende tık yok. Neyse 10 saniyelik beklemeden sonra damgasını vurdu beni yolladı.

Otobüs durağını bulurken neler çektim temalı foto
Sağa sola sora sora (ama İngilizcem beklediğimden iyi lan, pırnanzıyeyşınım cidden çok iyiymiş) (Valla hava atmıyorum) 30 numaralı otobüsü buldum, otobüs şoföründen bilet alınıyormuş. Derdimi İngilizce anlattım anlamadı, tipine baktım tam Türk. Türk müsün abi dedim. Evet dedi :D Türkçe olarak derdimi anlatıp biletimi alıp yerime oturdum. Kalacağım yerin anahtarını alıp (Alma esnasında yaya şeridi arayıp bulamayıp ışıklara kadar yürümem, sonra milletin yolun ortasından geçtiğini görüp hayıflanmam… Ah ah. Ne güzel rezillikler :D) (Tüm bu olaylar yağmurlu havada iki valiz, bir el çantası ve bir sırt çantası ile geçmektedir. Toplam 42 kg. Askeri teçhizat mübarek) yurduma giden otobüse binim. Canım valizlerimin otobüs döndükçe, sağa sola savrulduğunu gören Alman yaşlı amca, Almanca bana yerini verdi. (abi cidden şaşırdım ama ya. Valla helal) Evimi buldum, yerleştim ve ev inanın şöyle tanımlanabilir: Allah kimseye anlatmadığım ve zihnimde dahi net olmayan hayallerimi birleştirmiş ve öyle bir ev vermiş. O derece sevdim.

Öyle işte okurum, şimdi gidip hat falan alacağım sonra yemelik bir şeyler alırım evin altındaki REWE marketinden. Oh mis değme keyfime. Yarın bir sürü yasal prosedür ile uğraşacağım. Bakalım ne rezillikler olacak. Beklemede kalınız efendim.


Ne diyorduk?
Bilge bir kuş gökyüzünde,
Bak ne diyor son sözünde?
Yıkılma öyle!
Haydi kalk ayağa, yürü güneşe!


GÜNEŞE YÜRÜRKEN (uçarken) 

Yorumlar