Gezide Nirvana : Benelux + Paris - 1. Kısım

Her iyi şey, bir nazar boncuğunu gerektirirmiş. Nazarlık aksaklıklar olmasa, zaten güzellikler tam anlaşılmaz kanımca. 5 günlük rüya gibi Benelux + Paris gezisi de çok ama çok hoş geçmiş ve tabiki aksilikleri ihtiva etmişti. Binbir güçlükle kiraladığımız (arabayı kiralayabilmek için kaç kişiye kredi kartı sorduğumuzu, başka şehirden bir tanıdığı bulup Frankfurt’a getirttiğimizi, bu bekleme esnasında yediğimiz İtalyan dondurmasını ve mate’ye bağıran köpeği uzuuun uzun anlatmayacağım tabi ki canım okurcuğum) VW Golf ile Frankfurt’tan Amsterdam’a doğru yola çıktık. Sabah erken başlaması gereken bu süreç öğleden sonra başlayabilmişti fakat yolda yediğim poğaça (doğru yazılışından emin değilim. Poooça? Poça? Poaça? Amaaan neyse) ve sarmalar unutturuyordu birkaç saniyeliğine tüm aksilikleri (birkaç saniye). Yolda can sıkıntısından Prag yollarında bize yapılanı (hatırlarsan fotoğrafımızı çekmişlerdi de tırsmıştık hani otoyolda) diğer araçlara yapalım dedik ama kimse bakmıyordu arkadaş. Bu ne rahatlık be. Azıcık eğlenecektik :S (Almanya’da otoyolda hız sınırı olmaması ne büyük birşeymiş. Diğer ülkelerde çok ama çok zorlandık bu konuda. Ich liebe dich Deutschland <3 )

Antwerpen - neydi la şu arkadaki?  Dom? Neyse Unuttum :(
Neyse, akşam gün battıktan, güneş solduktan sonra vardık Amsterdam’a. Acaip hızlı, hiçbirşey anlamadığım, gezdiğim şehirler arasında en fiyasko olan şehirdi Amsterdam. Zaten gezi güzellik grafiği de parabolik olarak artıyordu Paris’te doruk noktaya ulaşana dek… Amsterdam kanallar üzerine kurulu bir şehir. Güzel gibiydi yani. Gördüğüm kadarıyla… Ama şu var ki; bu şehir acaip ‘esrar’engiz bir durumda. (tamam, olabilir. Kötü espri hakkım da mı olmasın yani.)

Gecenin bilmem kaçında konaklayacağımız şehre –Lahey, Den Haag- a doğru yola çıktık. Den haag, Amsterdam’a yakın ve kraliyet şehriymiş. Ankara gibi yani. Kraliçe falan bu şehirde ve Amsterdam’a oranla gayet temiz ve sakin. (Memur şehri yav anla işte.). Gece DenHaag’da konakladıktan sonra sabah bir gezelim şu şehri dedik. Ve sahneye yine ben çıktım. Ilk önce sabah tevafuken bir Türk sokağı ve sabahçı kahvesi bulduk. (tarif eden adam sabahçi kahvesi dedi ama kapalıydı.) Bir adama ingilizce Lahey’deki okyanus kıyısını soracaktım, muazzaammmm ingilizcemi yine konuşturdum;

-Beach is stay away from here? (Kastettiğim şey buraya uzak mı, söylediğim şey benden uzak dur.) Adam afalladı fakat çaktırmadı. Bıyıkaltından hafif bir tebessüm ile yanıtını efendice verdi. Kültürlü adam sonuçta, senin şuan güldüğün gibi gülmüyor canım okurum. Bunun akabinde plaja doğru yola çıktık kibar bir navigasyon yardımıyla. Plaja gittiğimde aklımda olan tek şey yüzmemek ve ufka doğru sessiz bir bakış atmaktı. Sessiz ve uzun. Çok uzun.. çok… fakat hiçbirşey planladığım gibi gitmedi. Şeytan nereden aklıma soktuysa hele bir sahilde yeşilçam koşuşu yapam dedim. Demez olaydım. O meşhur koşuyu yaparken bir düştüm ki suya… ıslanmak ne kelime. Sulandım. Kuru tek bir zerre yoktu. Zaten arkadaşların beni yüzmek için atladı sanması da bundan dolayı idi. Pantolon, tshirt hepsi üzerimde. Pasaport cüzdan para cepte. Terrıbıl. Tabi herşeyden mutluluk çıkarabilen ben, bunu da takmadım ve açıldım okyanusa. Yüzdüm işte kötü mü (:

Medeniyetlerin Askeriyeye ve Eğitime Yaptıkları Harcamaları Gösteren Tablo - İbretlik
Can sıkıntısı bende bitmez. Yerden biraz deniz kabuğu toplayıp sakince dinlenirken kumsalda bir yarış yapalım dedik. (lan otursana oturduğun yerde. Lanetlisin işte. Illa macera arayacak). Yarış esnasında da yere çakıldım. Biter mi? tabiki hayır. Sözkonusu Müslüm ise, aksilikler teferr… piyuvvv klişe geliyordu az kalsın. Oradan çıkıp Lahey Uluslararası Adalet Divanına gidelim dedik. Gitmek de lazım tabi. Çünkü arabadakilerin %80i hukukçu. (diplerden bir not, dipnot : Oraya giderken yolda yere muz kabuğu atan Hasan’a kabuğu yerden alıp geri fırlatan Hollanda’lıyı takdir ettim şahsen. Hasan da farkında tabi suçunun. Ses etmedi (edemedi))



Küp Evler - Mimarlarımıza Duyurulur
Uluslararası adalet divanına giremedik. Sadece binanın önünde bolca resim çekildik. (Böyle avuttuk kendimizi napalım.) Fakat namını çok duyduğum, dünyadaki bir çok barış anlaşmasına ev sahipliği yapan Barış Sarayına (Peace Palace) girdik. Hakikaten birçok uluslararası andlaşma var. Oradaki heyecanımı anlatamam. Orada uluslararası andlaşmaları sergilemek için bir camekan yapmışlar, kulaklık takıp dinleyebileceğin bir platform ile önemini dinleyebiliyorsun camın arkasındaki materyallerin. Tam Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmanın tarihini merak edip bakarken (yav neyini merak ediyorsun? Git dinle insan gibi değil mi?) Camı farketmeyip (vallaha farkedilmiyordu) kafayı cama gömdüm. Bir ses çıktı kiiii… hani cam kalın olmasa kırmıştım orayı. (Avrupalıların camlarının kalitesini test etmek istedim aslında.) Herkes döndü bana baktı. 10 dakika koltuktan kalkamadım. Çıktığımda midemde bulantı, başımda bir dönme. Allahtan birşey olmadı... Bendeki merak beni öldürecek derlerdi de inanmazdım. Hakikaten ölüyordum. Oradan çıkıp gezdik Lahey’i. Hele bir ıhlamur ağaçlarının olduğu bir park vardı ki… O ne biçim parktı beee. Tamamen zaman israfı. Ihlamur parkına gidelim diyen bir arkadaşınız varsa, tavsiyesine uymayın, vesselam.

Programımız çok hızlı devam ediyordu. Müthiş bir tempoyla Lahey’den çıkıp Avrupa’nın en büyük ikinci limanına sahip olan Rotterdam’a gittik. Bir gezi klasiğim olan o şehrin tabaklarından, ve Tourist Information’dan haritayı aldım. (gezi yapacaklara tavsiyem, bir şehirde ilk olarak information’a uğrayıp harita alın, yoksa gezi birşeye benzemiyor) Rotterdam tüm mimarların görmesi gereken bir şehir bence. Modern mimari üst düzeyde. Çok yaratıcı evler, binalar var. Hatta küp evler vardı ki, orada yaşama arzum çok ama çok fazlaydı gezi esnasında. (3 saniye düşününce vazgeçiyor insan, ufacık ev lan. Nasıl sığacaz). Rotterdam köprüsü çok ama çok güzel. Köprü manzarasıyla bolca fotoğrafın akabinde yolda Karsambaç satan bir adam gördük. Pazarlık edince fiyatında %50 indirim yaptı. (o değil de, çok pis pazarlık yapıyorum lan, öğrenciyim deyince indirim yapmayan sadece Paris’teki asık suretli negatif kız vardı. Aksiyete bozukluğuna sahipti zannımca). Her şehirde olduğu gibi yine bir kilise gezdik, erasmus heykeli önünde fotoğraf çekildik, kilisede mum yaktık (Teşekkürler erasmus abi. Sen olmasan kolay kolay gelemezdik buralara, mumdaki amacımı da zaten biliyorsun zaten.) (her şehirde kilise gezmek çok saçma, gezmeyin. Türkiyede her camiyi gezmek gibi birşey)

Günler biter, bizde gezilecek şehir bitmez. Oradan uçarcasına Antwerp’e doğru yola çıktık.  Antwerp konusunda tecrübeliydim, bir iki günlük tecrübem vardı sonuçta ve gezi esnasında bu tecrübelerimden şahsen yararlandım. (Antwerp’in en çok Frankfurt’a dönüşünü sev… klişeye bak beee). Antwerp’te iki adam vardı ilk gezide. Hani mimardı hatırlarsanız. Heykellerini görmüş, önünde fotoğraf çektirmiştik. Hah işte, ben hatırlayamadım onu. Gittim iki kişiye soram dedim. Tabi heykel’in  
ne olduğunu hatırlayamadığımdan –statue- sorduğum kişilere “I am looking for two guys” dedim. Hiçbirşey anlamadılar, ben de anlamadım. Öyle bitirdik diyaloğu. Biliyorum çok saçmaydı ama napam. Antwerp’te deli gibi internet ararken aklıma Centraal Station’daki beleş internet geldi. Bir de Hotspot şifremiz vardı. Oh miss. Milleti oraya bırakıp Hasan’la birlikte Abdullah ve Fatih’in evine çatkapı ziyarete gittik. Fatih ayağını yakmış, geçmiş olsun dileklerimizle oradan mutluca ayrıldık. Özlem gidermek güzel şey. Belçika çikolatası gibi güzel… Cate d’or tadında.

Gece yaklaşıyordu ve biz de Brüksel’e doğru çoktan yola çıkmıştık. Brüksel’e girer girmez şehir merkezinde lunapark gördük. Arabamızı park edip (yemin ediyorum zenci değnekçi vardı otoparkta. Adam yer gösterdi falan. Türk kültürü heryerde) Daldık eğlence alanına. 60 metre yüksekte (tahminim 60) Ankara Gençlik Parkındaki gibi, Phantasialand ayarında müthiş bir oyuncak vardı. Çok ama çok güzeldi. Adrenalin arayanlar buyursun buradan (Lahey’de yaşadığım adrenaline yaklaşamaz ama neyse). Eğlendikten sonra, evimizi bulduk. Osman’la hasret giderdik. Oturdu içini döküyordu ki… Sohbet ederken uyumuşum. (çok normal birşey benim için artık ‘sohbet esnasında uyku’)

Sabah uzundu, tebessüm damlacıkları ise yüzümde birikmişti. Bekle bizi Brüksel nidaları sokakları yankılıyordu.

Next : Türk mahallesinde aldığım hediye neydi? Kralın evini nasıl gezdik? Belçikalılar mı ırkçı, Fransızlar mı? Atomium’da müthiş konser ve büyük kovalamaca, Pariste tahteravalli keyfi –lanet devam ediyor-, Fransada bilinmesi gereken pazarlık yapma cümleleri neler? Eiffel kaç merdiven? Hasan’ı uyandırma yolları –Hasan uyan!-, Asi tuvaletçi ile kapışma ve daha fazlası İkinci Kısımda…  

Den Haag'da Kafayı Vurmadan 20 Saniye Önce :(

Yorumlar