Prag - Praha - Prague. Aşık Olduğum Şehir

Aşık Olduğum bu şehre bak, ve aşk çok güzel :)
‘Çek’ip gidelim bir yerlere demiştik haftasonunda. Ama Prag’a gitme hayali yoktu. Perşembe günü gece alelacele eşyalarımızı alıp, arabamızı kiralayıp koyulduk 550 kilometrelik yola sabahın 5’inde. Her gezimizde klasikleşen birşey daha oldu bu gezide; bir şok ile başladı gezimiz. Sağ şeritte usulca ve hız sınırına riayet ederekten giderken (otoyolların büyük bir bölümünde zaten hız sınırı yok, tam Türk’lere göre) sağımıza yanaşan bir arabanın içinden içerisinin fotoğrafını çekti bir BMW. Acaip tırstık (hala korkuyoruz, cezayı eve postalarlar mı diye okurcuğum, ama belli etmiyoruz) hata mı yaptık falan diye. Lan niye çekersin durduk yere bir arabayı. Ama plakayı değil, arabanın içini çekti yalnızca. Neyse, bizde çılgınlık biter mi? hayır tabi…


Wenceslas Meydanı
Alman sınırından çıkıp, Çek sınırına girdiğimizde ilk gördüğümüz benzin istasyonuna girdik 3-5 dakikalığına. Marketten birşeyler alıp çıktığımızda arabanın başında iki motorlu Çek polisi beklemekteydi. Hayırdır, herhangi bir problem var mı dediğimizde; pasaportlarınızı verin dedi ve arabanın hemen yanındaki park edilmez tabelasını gösterdi. Korkudan ölecektik. Pasaportları falan kontrol ettikten sonra sağolsun bi arkadaşımız daha beterini yaptı. Polise bir tomar para uzattı (: amacı bu parayı nasıl Çek parasına çevirebilirizdi fakat anlatamadı tabi A kuru ingilizcesiyle. Zaten polisin bakışı da ‘exchange office’ bakışı değil, ‘bribe crime’ bakışıydı. Zorla olayı Polise anlattık ben ve Mustafa. Polis de zaten anladı acziyetimizi ve tecrübesizliğimizi. Bir daha olmasın diyerekten gönderdi bizi. O anki heyecanımı ne phantasialand’da, ne de pasaport kontrolünde yaşamadım yeminle. Öldük öldük dirildik.

Prag şehir merkezinde Hostel bulup, odaya yerleştik ve gezme telaşına başladık ufaktan. Haritalarımızı hosteldeki resepsiyondan alıp düştük yollara. Prag harika bir şehir. Ne Frankfurt, ne Köln yanına yaklaşabilir. Insanları çok sıcakkanlı ve yardımsever. Ilk önce paramızı Çek Kronuna çevirdikten sonra asıl meydanlardan olan Wenceslas Square’a gittik. Acaip geniş ve uzun bir cadde, binlerce kişi cadde üzerinde. Daha sonra haritada ilginç olarak gördüğümüz ‘işkence müzesi’ne gittik. Tarih boyunca Avrupa’da uygulanmış tüm işkence aletleri vardı. Iğrendim, içim sıkıldı, daraldı. Acaip kasvetli ve boğucu. Tavsiye ederim:).

Astronomik Saat'te fiyatlar çok astromik haberini vermeye gelen Mustafa :)
Daha sonra kendi kırbaçlayan insanların olduğu, şehrin eski merkezinin, Astronomik saatin, müzik çalan insanların, garip garip müzelerin ve binlerce gezme meraklısının bulunduğu old town’a gittik. Bol bol fotoğraf çektirdikten sonra (resim değil fotoğraf, dikkatinizi çekerim. Çünkü resim çizilir. Lütfen yapma bu hatayı). Astronomik Saat ve çevresindeki birçok tarihi bina bayağı ilgimi çekti. Şehrin güzelliğine güzellik katıyor. Daha sonra akşam olunca meşhuuuur Karlov Köprüsünden (1400 yılında yapılmış ve hala ayakta. Sadece yayalara açık, fotoğraf çektiren yüzlerce insan var). Nihayet yorulup, odamıza döndük ve zaten erkenden uyuduk. Çünkü yarın daha uzun geçecekti. Prag kalesine çıkacaktık (lan 8 yıldır Antep’teyim, Antep Kalesine çıkmadım, 8 saattir yaşadığım Prag kalesine çıkayım diyorum. Var mı böyle büyük bir vefasızlık?)

Haberim Yokmuş Gibi... manzara süperdi o başka tabi. -aşık adam bakışı-
Sabah marketten krosan ve krem peynir türünden öğrenci işi kahvaltılıklarımızı alıp parkta kuşlara krosan ataraktan yedikten sonra hele kaleye çıkak dedik. Kaleye doğru tabelalara bakıp bakıp giderken, bir turist grubunun bir tarafa doğru gittiğini görüp takip ettik. Çek Senatosu ve Parlamentosuymuş şansımıza. Girişte kontrol montrol yok. 2-3 polis var senato binası girişinde. Parlamento binasında ise sadece 1 tane Security vardı 60 yaşlarında ve hayattan bezmiş bır halde. Acaip güvenlikli bir yer yani. Neyse, içerisini gezdik ve sonra yine şansımıza Çek Cumhuriyeti’ne diğer ülkelerden hediye edilen şeylerin sergilendiği devlet müzesine girdik (yine bedava, yine biz yani). Orada Ali Babacan’dan, Recep Akdağ’dan, Bursa Valisinden verilen çinileri görüp mutlu olmadık değil. Ama en çok hediyeyi Romanya vermiş. Sanırım kankalar (:

Oradan çıkıp kaleye doğru gittik. Merdivenleri çıktık, çıktık, çıktık, çıktık, çıkt… nefesim kesildi, dinlendik, çıktık, çıktık, çıktık… ve nihayet vardık. Yol üzerinde ve Prag gezisi esnasında San Marino dahil tüm konsoloslukları gördük fakat bizim ülkenin konsolosluğunu göremedim. Bi ona yanarım. Kalede yine herzamanki gibi acaip kalabalık vardı. Köln Dom’un aynısı diye burun kıvırdığımız St. Vitus Katedrali, ortadaki uzun kulecik, sünnet kıyafetli askerlerin nöbet değişimini izleme falan derken bayağı susadık. Su 5 euro idi. Para, sudan daha tatlı geldi (: Kalenin surlarında bol bol manzaralı profillik fotoğraf çektirdikten sonra aşağıya indik. Aşağı indikçe su fiyatları da düşüyordu. 4,3,2… en son 1.5’a bulup aldık (normalde ben 500ml suya yine o parayı vermem ama susuzluk kötü be). Verilen fişte gördüm ki, burada kdv %21, Almanyada ise %19du. Şükret canım okurum. Bir tek benzimiz pahalı zaten. Diğer herşey daha ucuz emin ol.  :D Tamam inanmadın tamam, okumaya devam :D Yolda skoda’nın yaptığı tramvayları görüp kıskandık, üzerinde açma halkası olmayan ton balığı konserve alıp 45 dakika onu açmakla uğraştık hostelde. Biz konserve açacağına patinaj çektirirken bilmiyorduk ki bu alet böyle kullanılmıyor. Resepsiyonist nasıl açılacağını gösterdi, 3 dakikada açtık hepsini. Cehalet timsaliyiz ):

Biraz dinlenip akşamüstü çarşıyı gezmeye koyulduk. Ucuz birşey görüp alalım dedik. Ama yok herşey pahalı. Çek Post’a girip aileme kartpostal attım bol bol. Bir bu ucuzdu şahsen. Bir prag t-shirt ü aldım. Hatta hepimiz aldık, gezmeye onu giyip devam ettik. (sen böyle yap, sonra da neden millet bize bakıyor de). Akabinde Vitava nehrinde pedal-boat yapıp (acaip zevkli, denizde 4 tekerlekli bisiklet sürdüğünü düşün. 4 tekerlekli, bisikl… tamam vazgeçtim düşünme, çok garip birşey canlandırdın sanırım aklında) şehre biraz daha hayran olduk. Adamlar nehrin içine sırf bu pedal boatlar için küçük şelaleler yapıp akıntıyı kesmiş. Akıl sır erdiremedik. Helal. Sonra da eve gidip yattık falan işte. Yarın yol uzundu. 550 km kolay değil

Dönüşte bira şehri Plzen’i gezelim dedik. Şehre girip rastgele bir meydana gittik. Pazar günü olduğu için ayin sesleri geliyor. (hoooyte hooooyteeee) Zorla bir bakkal bulup, zooorla ingilizce derdimizi anlatıp birşeyler aldık kahvaltılık. Yolda bir teyze bize bakkal sordu. Hemen tabi anlattık, kaynaştık falan. Su ikram ettik. Türk cömertliği (: kadın Alman çıktı, direkt gezi parkını sordu. ‘very complicated’ dedik ama tatmin olmadı tabi. Bana “sen kesinlikle Türk’e benzemiyorsun dedi” (biliyorum canım teyzem, ispanyol’a benzediğimi söyle de tam olsun) Bize biryer tarif etti. Gece konser mi varmış neymiş. Bedava bira falan dedi. Gittik tabi o tarafa meraktan. Sahneler falan kurulmuş. Bira müzesiymiş. Bira yapımını anlatıyor. Zaten bu şehirde birtek bira var. sudan daha ucuz. (Hakikaten su daha pahalı) (Plzen-pilsen-efes pilsen. Çaktın mı?)

Çek Cumhuriyeti Kolluk Kuvveti
Çek dilinde akce, ücret demek. “az” indirim demek. Türkçeye bayağı benziyor yani. Çekler Türk olabilir. Araştırılmalı. Ahoj’un merhaba, nashledanou’nun hoşçakal dendiğini öğrendiğimden beri her gittiğim yerde bunları diyorum zaten. Çok havalı oluyor yeminlen. (Ahoooooyyy diye söyleniyor)

Çek Cumhuriyeti’nin isminin nereden geldiğini de yoğun araştırmalarım üzerine öğrendim. Şöyle ki; 1940’lı yıllarda burada nakit sıkıntısı yaşanmış. Halk sefalet içerisindeyken –tabi kredi kartı da yok- alışverişlerin tamamı çekle yapılmış. Gel zaman git zaman ‘çek’ cumhuriyeti olmuş. Hukuki ismi ise “kıymetli evrak cumhuriyeti” (evet, bu soğuk espriyi yapmış olabilirim canım okur. Hatta şuan blogu kapatmış da olabilirsin. Napayım. Canım sıkılıyor, böyle espriler yapıyorum)

Neyse… Yolda bir de Nürnberg’e girelim dedik. Orada da festival olmasın mı (: Festivallere doymadık yeminle. Neyse, biz kalmayacağız deyip, birkaç yere kartpostal yolladık. Hediyelik eşyalardan alıp, Nürnberg kalesine çıkıp (8 dakikalık Nürnberg’e de satmış oldum Antep’e) şehri seyrettik. Sonra hızlıca yola koyulup Frankfurt’a döndük. Sağ salim dönmenin mutluluğu içinde şehre vardığımızda yorgunluk gözlerimizden okunabiliyordu ve Prag’a aşık olmuştum ben…

Nurnberg Kalesi -aklım hala sende Prag- :*
festivallerde bira akan Plzen çeşmesi. -alfa mıydı bu lan?-

Yorumlar